6 Ocak 2008 Pazar

Ufukların Efendisi Osmanlılar - At Sırtında Anadolu


Jason Goodwin. Çev. Armağan Anar. İstanbul: Merkez Kitaplar. 2007.
Frederick Gustavus Burnaby. Çev. Meral Gaspıralı. İstanbul: Merkez Kitaplar. 2007.

(Kitap Zamanı'nın 19. sayısında yayımlanmıştır.)

İlk baskıları daha önce Sabah Kitapları arasından çıkmış Osmanlı İmparatorluğu'na dair iki çalışma, geçtiğimiz haftalarda Merkez Kitaplar tarafından yeniden yayımlandı:

Jason Goodwinin Osmanlıları kronolojiye çok da yaklaşmadan anlattığı Ufukların Efendisi Osmanlılar adlı çalışması ve 19. yüzyıl Britanya'sının gezgin subaylarından Frederick Gustavus Burnaby'nin, 1876 kışında Üsküdar'dan Kars'a yaptığı yolculuğun notlarından oluşan At Sırtında Anadolu. Yayımlanış tarihleri arasında tam bir asır olmasına karşın (farklı saiklerle de olsa) iki kitap, İngiliz toplumunun Osmanlı bilgisine ait önyargılarını aşındırmaya çalışmak noktasında buluşuyor.

Kırım Savaşı'nda, Ruslara karşı Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte savaşan İngiltere'de, Babıali'nin 1875 yılında ilan ettiği moratoryumu (iflas) takiben çoğu da İngiltere'ye olan borçlarını ödememesi sonucu, Türk aleyhtarı bir kamuoyu oluşur. Bu kamuoyunun oluşmasında yaklaşan seçim öncesi Liberal Parti'nin desteğini arkasına alan Rus lobisinin, basın yoluyla "Bulgaristan'daki bazı korkunç katliamların haberleri"ni yayması da önemli bir rol oynar. Muhalefet, İngiliz hükümetini bu katliamlara seyirci kalmakla ve Osmanlı İmparatorluğu'na karşı fazla korumacı bir politika izlemekle suçlamaktadır. Kış iznini nerede geçireceğine karar veremeyen seyahat sever İngiliz subayı Burnaby (ki bir Rus sempatizanı olduğu söylenemez), bu haber karmaşası içinde, Osmanlı tebaasının "tanımlandıkları kadar kötü mü olduklarına dair merakını tatmin etmenin bir tek yolu" olduğunu düşünmektedir: Kış ortası, at sırtında bir Anadolu seyahati! Burnaby'nin seyahati, imparatorluğun bir yanda Avrupa baskısı ve Balkan ayaklanmaları öte tarafta ise Rus tehdidi karşısında çıkış yolları aradığı zor bir dönemde gerçekleşir. Yeşilköy'e kadar ilerleyen Rus ordusunun ardından, İstanbul'da Osmanlı'nın Hıristiyan tebaasının hakları için toplanan "barış" konferansı, hükümetin anayasa ve meşrutiyet ilan etmesi sonucu dağılır. Ancak sorunlar çözülmez ve yeni bir Osmanlı-Rus savaşı da kapıdadır. Anayasanın kabulü haberini Ankara'da alan Burnaby, bu iyi niyetli çabanın, Rus tehdidi devam ettikçe amacına ulaşamayacağını gözlemler.

Emperyalist bir İngiliz gözüyle

Gittiği her yerde gerek resmî makamlarca, gerek halk tarafından hürmetle karşılanan Burnaby, Anadolu'daki Hıristiyanların, özellikle de Ermenilerin durumlarına, zulüm ya da herhangi bir baskıyla karşılaşıp karşılaşmadıklarına seyahati boyunca özellikle dikkat eder. İngiltere'de çıkan haberlerin aksine, hükümetin Anadolu'daki farklı etnik gruplara hemen hemen eşit mesafede durmaya çalıştığına, Müslümanların Hıristiyanlara zulüm ya da baskı uygulamadıklarına şahit olur. Bu bağlamda geçtiği şehirlerin ve bölgelerin demografik yapısına çok dikkat eden Burnaby'nin ilgisini çeken diğer noktalar ise kaleler, müstahkem mevkiler, geçitler, kışlalar ve maden yataklarıdır. Burnaby, Anadolu'nun ve imparatorluğun her türlü tarihî ve otantik mirasına ise büyük bir soğukluk ve cahillikle yaklaşır. Öyle ki, camilerin yanında yükselen kulelerin "minare" olduğunu Erzincan'da öğrenir. Dünya harikası Divriği Medresesi'nin adını bile anmaz, İshak Paşa Sarayı'ndan kışla olarak bahseder. Türk müziği ise ona göre tahammülfersa bir gürültüdür. Dünyayı tam bir 19. yüzyıl emperyalist İngiliz milliyetçisi olarak gören Burnaby, bu bakış açısından hiç sapmaz. Türkler cahil, Ermeniler pis, Kürtler dağlı, Rumlar kurnaz, Acemler hain, her türlü Ortodoks putperest, Çerkezler barbar, İngilizler ise her ferdinde tarihin sonunu yaşayan yüce ve akıllı bir ulustur. Bu bağlamda sonuna kadar Britanya'nın "âli" çıkarlarının tarafında olan Burnaby, İngiltere kamuoyuna ve yönetimine Osmanlı İmparatorluğu'nun, İngiliz emperyalizmine zarar verebilecek Rus yayılmacılığına karşı desteklenmesi tavsiyesinde bulunur. Kitabın sonunda ek olarak verilen kimi rapor ve belgelerle birlikte tavsiyelerini kuvvetlendirir ve Rus lobisinin iddialarını büyük oranda çürütür. Meral Gaspıralı'nın çevirdiği At Sırtında Anadolu, bu anlamda önemli bir birincil kaynak ve zevkle okunabilecek bir seyahat kitabı.

Resmî tarihin kıyısında

Aslen bir Bizantinist olan Jason Goodwin de, ününü kaleme aldığı seyahat kitaplarına borçlu bir yazar. Batı Avrupa'dan İstanbul'a yürüyerek gerçekleştirdiği yolculuğu anlattığı On Foot to The Golden Horn ("Altın Boynuz'a Yürüyerek") yazarın İstanbul ve Türk kültürü ile ilgili ilk çalışması. Türkiye'de daha çok Yeniçeri Ağası adlı polisiye romanıyla tanınan Goodwin'in son yayımlanan romanı Snakestone ("Yılanlı Sütun") ise daha Türkçeye çevrilmedi. Armağan Anar'ın çevirdiği Ufukların Efendisi Osmanlılar ise İstanbul merkezli ve "Osmanlı nedir" gibi cevabı zor bir nicelik sorusunun peşinde, imparatorluk tarihinin serencamını kuşatmaya çalışan bir tarih anlatısı. Goodwin'in, adını Bursa Ulucamii'nin kitabesindeki, "ufukların efendisi, sultan-ül gazavat" ibaresinden alan (ki bu ibare Goodwin'in iddia ettiğinin aksine Orhan Gazi'nin hâlâ Selçuklu hâkimiyetini tanıdığını göstermektedir) bu çalışmasının, tamamı ikincil kaynaklardan oluşan kaynakçasıyla herhangi bir bilimsellik iddiasında olduğunu söylemek ise zor. 250 sayfada, imparatorluğa ve Osmanlılığa dair genel geçer bilgiler üretmek eğilimde olan Ufukların Efendisi, kimi yerde bir 19. yüzyıl seyyahının görüşleriyle 16. yüzyıl Osmanlı'sını değerlendirebiliyor; ya da 17. yüzyıldaki bir Venedik elçisinin gözlemleriyle imparatorluğun bütün yüzyıllarını bağlayan çıkarımlarda bulunabiliyor. Anlatının geniş zaman kipindeki ısrarı da, yazarın bu tavrını perçinliyor. IV. Murad II. Murad'la; III. Selim II. Selim'le sık sık karışıyor. Bu bağlamda kitabı okuyacakların elde edecekleri bilgileri bilimsel okumalarla pekiştirmesinde büyük yarar var. Büyük oranda fetihlere ve klasik döneme odaklanan kitabın, imparatorluğun toprak kaybettiği anlaşmaları "utanç verici" ya da "küçük düşürücü" olarak nitelendirmesi ise bir başka ayrıntı. Bütün bunların dışında bazen Reşat Ekrem Koçu'yu hatırlatan ve resmî tarihin kıyısında kalmış ilginç verilerle bezeli Ufukların Efendisi, okuması kolay ve sürükleyici bir kitap.

Hiç yorum yok: