William
Shakespeare (1564-1616). Bu ismin edebiyat tarihinin gelmiş geçmiş en büyük
fenomenlerinden biri olduğunu rahatlıkla söylebiliriz. İçinden “büyük”, “en
önemli”, “ilk” gibi sıfatlar geçen cümlelerin güvenilmezliği, mevzu Shakespeare
olunca yerini büyük bir gönül rahatlığına, nadir rastlanılan bir mucizenin
sakınımsız hayranlığına bırakır. Shakespeare’in biz modernler için bu kadar
evrensel, önemli ve gözkamaştırıcı olması, sözünün egzotik şiirselliğinin yanı
sıra erken modern dönemin en bereketli eşiğinden tüm zamanlara seslenebilmesi
ile de ilgilidir. Aynı eşikte duran Cervantes (1547-1616) de Don Quijote (1605 ve 1615) ile benzer
bir örnek sunar ancak bu zamansız ironi; Macbeht, İago ya da Hamlet’in biz
modernler için gayet ezoterik olan tekinsizliğinden çok uzaktır. Bu yüzdendir
ki Shakespeare’in 34 oyunu arasında özelike dört büyük tragedyasının (muhtemel
tarih sırasına göre Hamlet (1601-02),
Othello (1604), Kral Lear (1604-05), Macbeth
(1605-06)) ayrı bir yeri vardır. Jale Parla’nın da dediği gibi Shakespeare, 400
yıl öncesinden modern okuru haber verir.
Mîna
Urgan ise yazımızda değerlendireceğimiz çok değerli kitabı Shakespeare ve Hamlet (1984)’in “sunuş” yazısında onun
evrenselliğini, ömrünün sonunda kadar bağlı kaldığı hümanist düşünce bağlamında
değerlendir. Mîna Urgan’a göre Shakespeare “insan gerçeğini, insan olmanın
onurunu bize anlatarak, en çapraşık düşünceleri ve duyguları kavramamıza,
yaşadığımız dünyanın, çevremizdeki kişilerin ve onlarla olan ilişkilerimizin
gizlerini en olumlu biçimde çözmemize yardımcı olmuştur”. Yeni tarihselciğin
önde gelen ismi Stephen Greenblatt, 2004
tarihli çalışması Shakespeare Olmak’ta
(Will in the World: How Shakespeare Became Shakespeare), bu evrensel fenomenin
arkasında bıraktığı biyografik kayıtların sıkıcılığı ile sanatının çekiciliği
arasındaki boşluğa dikkat çeker: “Evrensel çekiciliğe sahip edebî eserler ile
dönemin sıkıcı bürokratik kayıtlarına izlerini bırakmış özel bir yaşam arasında
açık bir bağlantı kurmayı sağlayacak o tip bir belge, bugünlere ulaşmadı. Söz
konusu külliyat öylesine şaşırtıcı, öylesine parlak ki bir ölümlünün, hele
mütevazi eğitim görmüş taşra kökenli bir ölümlünün değil de, bir tanrının işi
sanki”. Bu büyük boşluğa rağmen Greenblatt çalışması boyunca Shakespeare’in
külliyatını onun biyografisinin içinden geçirerek, bu şaşırtıcı dehanın
tarihselleştirilebilmesi için mümkün olan bütün imkânları kullanır. Ancak
Shakespeare’in şaşırtıcılığı tam da “açık ya da mantıksal bir sanatsal gelişim
örüntüsünün yokluğu[nda ]”, Aristocu tür kuramına karşı gösterdiği sınırsız
pervasızlıktadır. Roman denilen yeni yetme anlatı türü işte bu pervasızlığı sayesinde
türleri kaynaştırarak (Auerbach gibi söylersek) “gündelik olanın ciddiyetle
taklidi”ni yaparak biz modern okurların hikâye dünyasında sarsılmaz bir
hegemonya kuracaktır.
İlk
baskısı otuz yıl evvel yapılan Shakespeare
ve Hamlet’te Mîna Urgan, Greenblatt’in çok önemli bir örneğini sunduğu
tarihselci yaklaşıma karşı olabildiğince mesafeli durur. Evet, giriş bölümleri olarak da
değerlendirilebilecek ilk dört başlıkta Shakespeare’i öncelikle tarihsel bir
mesele olarak ele alır Urgan. Genel hatları ile biyografisini ve biyografisi
etrafındaki tartışmaları aktarır. Evet, onun soneleri ve biyografisi arasında
yapılan paralel okumaları geniş bir şekilde aktarır, önemli ikincil
kaynaklardan tartışmalı yorumları özetler. Evet, Elizabeth dönemi tiyatro ve
sahne anlayışının, yine önemli ikincil kaynaklara dayanarak genel bir tasvirini
sunar ve Shakespeare’in hissedarı olduğu Globe Tiyatrosu’nun içinde yer aldığı
rekabetçi dünyanın oyun tercihlerine olan etkisini anlatır. Ve evet,
Shakespeare’in hemen hiçbiri özgün olmayan oyunlarının kaynaklarını ve ilk
baskıların güvenirliğine dair bilgileri serimleyerek, Shakespeare etrafında her
daim şekillenen gizemin nedenlerini gösterir. Ancak, kitabın kabaca ilk seksen
sayfasını kaplayan bu bölümlerde Urgan, hakkında yeterince bilgi sahibi olmadığımız
bu yazar figürünün ortadaki harikulâde metinlerin önüne geçecek şekilde değerlendirilmesine
açıkça karşı çıkar. Onun için Shakespeare külliyatı, hümanist kültür mirasının
en değerli parçasıdır ve Shakespeare ve Hamlet boyunca sadık bir okuru olduğu bu metinleri
daha yakından tanıyabilmemiz için bizlere yol gösterir.
Mîna
Urgan, sunuş yazısında da belirttiği gibi kitabın yaklaşık üçte birlik
malzemesini daha önce İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları’ndan
çıkan Shakespeare I ve Shakepeare II başlıklı kitaplarından
alır. Yukarıda da bahsettiğim giriş nitelikli dört bölümden sonra tek tek
oyunların yakın okumalarına geçer. Urgan, oyunları tasnif ederken 1623 tarihli
“Birinci Folio”yu takip eden genel sınıflandırmaya uyar ve ilk olarak Shakespeare’in
komedyalarını ele alır. “İlk Dönem” ve “Olgunluk Dönemi” başlıkları altında
ayırdığı komedyaların gösterdiği çeşitliği vurgulayan Urgan, Shakespeare’in ilk
oyunlarının söz cambazlığına dayalı kaba fars karakterinin ağır basmasına
karşın, Venedik Taciri, On İkinci Gece gibi olgunluk dönemi oyunlarında
sözcelemedeki yorucu yan anlam yoğunluğunu büyük oranda terk edip, bir çeşit
tür sentezine ulaştığını belirtir. Takip eden sınıflama “Shakespeare’in İngiliz
Tarihi ile İlgili Oyunları”dır. Bu bağlamda yer alan yedi oyun Mîna Urgan’a
göre Shakespeare’in yurtsever dünya görüşünü ortaya koyduğu ziyadesiyle politik
anlatılardır. Merkezinde Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olan “kral”ın yer
aldığı keskin bir ortaçağ hiyerarşisi bu oyunların başat gerilimini sağlar
çünkü Shakespeare bütün bu oyunlarda isyan ve itaatsizliğin doğurduğu kargaşa
ve savaşları ele alır. Nispeten istikrarlı bir dönem olan Elizabeth’in saltanat
yıllarında bu oyunlar hem kaosa karşı statükoyu savunur, hem de istikrarın
hükümdardan çok ülkenin salahiyeti için elzem olduğu bilgisini taşır.
Mîna
Urgan bir sonraki başlıkta “Shakespeare’in Tragedyaları”nı değerlendirir. Titus Andronicus, Romeo ve Juliet, Othello,
Kral Lear ve Macbeth’in yakın okumalarının yapıldığı bu bölümde Hamlet, kitabın sonunda geniş bir
şekilde ayrıca değerlendirildiği için yer almaz. Urgan, “Eski Yunanistan ve
Roma Tarihi ile İlgili Oyunlar”ını takiben, “Shakespeare’in Son Oyunları”nı da
serilmeyip “Hamlet” bölümüne geçer.
Yaklaşık 150 sayfalık bu bölümde Urgan kitap boyunca izlediği yöntemsel
örüntüyü takip ederek gerçekten doyurucu bir Hamlet okuması ortaya koyduktan sonra yapıtını sonlandırır.
Shakespeare ve Hamlet, bu olağanüstü
külliyatı daha yakından tanımak isteyenler için önemli bir fırsat. İlgilenenlere
duyurulur…