4 Ocak 2008 Cuma

Kültür Endüstrisi-Kültür Yönetimi

Theodor W. Adorno. Der. Ali Artun. Çev. Elçin Gen, Mustafa Tüzel, Nihat Ülner. İstanbul: İletişim Yayınları. 2007.

(Kitap Zamanı'nın 21. sayısında yayımlanmıştır.)

Yirminci yüzyılın önemli entelektüel başkaldırıları arasındandır Frankfurt Okulu’nun kültür endüstrisi kuramı. Her ne kadar Frankfurt Okulu pasiflik ve negatiflikle, gerçeği kötülemek ve II. Dünya Savaşı sonrası genişleyen bireysel özgürlük alanlarını (tabii ki Avrupa ve Kuzey Amerika’da) görmezlikten gelmekle, kendi içine kapalı sanatsal modernizmi savunan bir elitistlikle eleştirilse de, özellikle Theodor W. Adorno’nun yazdığı yazılar, küreselleşen sermaye ve sosyalist totaliter rejimler gibi baskıcı güçlerin insan özgürlüğüne yaptığı müdahaleleri yoğun bir eleştirellikle çözümlemiş, tekniğin olanaklarıyla yeniden üretilebildiği çağda kültürün, bir kitle manipülasyon aracı olmasına itiraz etmiştir.

Ali Artun’un editörlüğünde, İletişim Yayınları’nın sanathayat dizisinden çıkan Kültür Endüstrisi - Kültür Yönetimi, Adorno’nun bu bağlamda yazdığı "Kültür Endüstrisine Genel Bir Bakış" (1963) ve "Kültür Yönetimi" (1960) gibi önemli yazılarının yanında, Max Horkheimer ile birlikte kültür endüstrisi kavramını ilk kez kullandıkları Aydınlanmanın Diyalektiği (1947) adlı kitaptan "Kültür Endüstrisi: Kitlelerin Aldatılışı Olarak Aydınlanma" başlıklı yazıyı da içeriyor. Benzer ve daha kapsamlı bir seçkiyi İngilizce de hazırlamış olan J. M. Bernstein’ın sunuş yazısı ise Adorno’nun “modernist sanatı tavizsiz bir biçimde savunup kitle kültürünü ‘kültür endüstrisi’nin ürünü olarak tavizsiz bir biçimde eleştirdiği” kuramını ayrıntılı bir şekilde tartışan, kapsamlı bir değerlendirme.

Adorno, Aydınlanmanın Diyalektiği’nin müsveddelerinde “kitle kültürü” ifadesini kullandıklarını, ancak bu ifadenin bir nevi çağdaş halk sanatı olarak algılanmaması için “kültür endüstrisi”ni tercih ettiklerini belirtir. Bu tercih, kâr odaklı endüstrilerin kültür adı altında yaptıkları ticaret ve manipülasyonu ve bu endüstrilere bağlı bir şekilde çok sıkı örülmüş düşünsel, sanatsal bütün yapıların “çoktandır aynı zamanda birer mal değil, enikonu birer mal” olduğunu ifşa eden eleştirelliği de beraberinde getirdi. Kültür endüstrisini “müşterilerin kasten ve tepeden birleştirilmesi” olarak tanımlayan Adorno, bu aynileştirme mekanizmalarının binlerce yıl boyunca birbirinden ayrılmış yüksek ve düşük kültür alanlarını her ikisinin zararına olacak şekilde birleştirmeye çalıştığını söyler. Sanatı metaya dönüştüren kültür endüstrisi, onun özerkliğini ve biricikliğini de darbeleyerek, kitlelere ve kitleleri sahte bir uyum fenomeniyle biçimlendiren sermayeye uyumlu ve yüksek sanat ile düşük sanat arasında yarattığı negatif bütünleşmeyle eşdeğerli kılar. Walter Benjamin, yakın dostu Adorno’nun aksine bu durumu kültür adına katlanarak büyüyecek bir felaketin öngörüsü olarak değil, yeni bir çağın başlangıcı olarak görür. Bu bağlamda örneğin sinema her iki yazar için farklı şeyler ifade eder. 1935/36 yıllarında yazdığı "Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı" adlı yazısında Benjamin, “hakiki” sanatın biriciklik değerinin, kutsal ve kült olandan kaynaklandığını iddia eder. Ona göre sanat yapıtının teknik olanaklarla yeniden üretilebilirliliği, “dünya tarihinde ilk kez yapıtı kutsal törelerin asalağı olmaktan özgür kılmaktadır”. Benjamin’e göre sinema, oyuncuyla izleyici arasına giren aygıt sayesinde onun edimlerini bir dizi optik testten geçirir. Bu dolayımlama sayesinde oyuncu yerine aygıtla özdeşleşen izleyici, “oyuncuyla kurulmuş herhangi bir kişisel ilişkiden etkilenmesi söz konusu olmayan bir bilirkişiye dönüşmektedir” ve böylesi bir durum kült olan karşısında yaşanabilecek bir şey değildir. Picasso karşısında gayet gerici tepkiler veren kitleleri Charlie Chaplin sineması karşısında ilerici ve eleştirel kılan bu dolayımlamadır. Adorno’ya göre ise bu durum kitlelere yaşatılan sahte bir doyumdan başka bir şey değildir. Benjamin’in sanatın modernliği adına taşıdığı iyimserlik, dolayımlamanın işleyişi üzerinde çok durmaz. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası Hollywood’un yükselişiyle kültür endüstrisinin merkezî sektörünü oluşturan film sektörü, izleyici ve oyuncu arasındaki dolayımlamayı tamamen kendi kâr amaçlarına odaklayarak planlar. Benjamin’e de atıfta bulunan Adorno’ya göre geleneksel sanatın aurası (”şimdiki zamanda olmayanın buradalığı”) kabul edilecek olursa, “kültür endüstrisi aura ilkesinin karşısına onun tam karşıtı başka bir ilke koymayıp çürümeye yüz tutan aurayı ortalığı dumana boğan bir buhar halesi halinde muhafaza eder”. Yaratılan sahtelik kitlelerde tatmin etkisi yaratsa da sanat eserini metaya dönüştüren kültür endüstrisi planını bu etkinin bir yanılsama olması üzerine kurar. X1 yetmez, vizyona X2 gelir; Y’nin başarısını Z’nin hüsranı izler. Kitleler kültür endüstrisi karşısında sürekli tekrar eden bir edilgenlik içinde ancak nesneliklerini teyit edebilirler. "Kültür ve Yönetim" adlı makalesinde kültürün saf bir dolaysızlığının olmadığını belirten Adorno, kültürün insanlar tarafından bir tüketim nesnesi olarak gelişigüzel tüketilebildiğinde, insanları maniple edeceğini vurgular. Özneler, kültür tarafından “nesnel disiplinin iletilmesiyle özne olur ve onun yönetilen dünyadaki sözcüleri, her halükârda gerçekten konuya hakim olan uzmanlardır”.

Burada Benjamin ve Adorno’nun eleştirelliklerinin tarihselliği de önemlidir. Yazısını 1935/36 yıllarında yazan Benjamin, yükselen faşizmin Avrupa’sındadır ve tekniğin olanaklarıyla yeniden üretilebilen sanatı (sinemayı, fotoğrafı), faşist kültleştirmelerin de karşısında bir umut ışığı olarak coşkuyla karşılar. Adorno ise II. Dünya Savaşı’nda New York’a göçen Frankfurt Okulu’nun diğer üyeleriyle birlikte kendisini, savaş sonrası yükselişe geçen Amerikan kapitalizminin göbeğinde bulur. Hollywood’un, Broadway’in, Manhattan’ın, Rock’n Roll’un sarmaladığı metalaşma, Adorno ve arkadaşlarının Avrupa’da başlayan kültür eleştirilerine hız ve yön verir. Bernstein, kültür endüstrisi kuramının, endüstrinin homojenleştirme hedefine gereğinden fazla odaklandığını söylüyor. Ancak onun da belirttiği gibi Adorno’nun kuramı sözde bilirkişilik ile uzmanlık, eğlence ile mutluluk, uyum ile özgürlük arasındaki farka dikkat çeker. Yazıldığı dönemin özgül koşullarından verilense de (ki kültür endüstrisi kuramına Türkiye’den yapılacak en önemli eleştiri onun Kuzey Amerika ve Avrupa merkezci yapısıdır), Adorno’nun en kötümser tahminlerinin küreselleşen dünyanın kültür endüstrisini ifşa etmesi, Bernstein’ın da belirttiği gibi rahatsız edicidir...


Bu rahatsızlığa şüphesiz ki ihtiyacımız var!

Hiç yorum yok: