23 Haziran 2013 Pazar

"Mühim Bir Mesele": Yeni Türk Edebiyatı Tarihi


Diğer ulus edebiyatlarının olduğu gibi, Osmanlı-Türk edebiyatının da pozitif bir kurum ve tarihsel bir tasavvur olarak tarihi kabaca 19. yüzyılla başlar. Bu başlangıç, tarihsel bir fenomen olarak modernleşme ile belirlenen bir dizi sorunsal ve krizin tam ortasında yer alır. “Şark Sorunu”nun çerçevelediği beka kaygısı içindeki Osmanlı elitleri de (özellikle Namık Kemal gibi önemli başlangıç figürleri) Rusya ile yapılan savaşların doğrudan etkilediği siyasal/tarihsel bağlamın içinde ulusun/milletin ve edebiyatın kurumsallaşmasını, berraklaşmasını sağlamışlardır. Bütün bunların ve sonrasının, hiç şüphesiz ki Cumhuriyet öncesi ve sonrası çeşitli modernleşme pratikleri ile doğrudan bir bağı var. Ancak 19. yüzyıl Osmanlı-Türk modernleşmesini kaçınılmaz bir şekilde Cumhuriyet’e ilerleyen bir süreç olarak tasavvur etmekle, sürecin açıklamasını kendi bağlamı içinde aramak arasında da hem niyet hem de yöntem açısından önemli farklar var. Emine Tuğcu’nun, alt başlığı “Bir Tarihselleştirme Yaklaşımı” olan çalışması Osmanlı’nın Son Döneminde Şiir Eleştirisi de, bu bağlamda hâkim erekselci paradigmanın belirlediği edebiyat tarihçiliğinin yarattığı kısır döngüye, şiir eleştirisi bağlamında müdahil olan bir yapıt. Çalışmasına yazdığı önsözde Tuğcu, “bu kitabın bir şiir ya da eleştiri tarihi olma iddiası taşımadığını ancak Türkiye’de ‘millî edebiyat’ paradigmasına yaslanan kalıplaşmış bir edebiyat tarihinin varlığına işaret ettiğini” belirtiyor.

‘Yeni Türk edebiyatı’
Tuğcu’nun “kalıplaşmış edebiyat tarihi” olarak nitelendirdiği “yeni Türk edebiyatı” disiplininin, bastıramadığı mutlak tasnif arzusunun hükmü altında şekillenen dönemler, genel olarak “kopuş” izleğinin belirlediği öngörülebilir bir akış planı sunar. Bu plan, 20. yüzyıl Türkiye tarihselliğinin ihtiyaçları doğrultusunda şekillense de büyük oranda 19. yüzyıl filolojisinin belirlediği çizgisel bir hat üzerinde mümkün olduğunca alternatifsiz ilerler. Dönemler arası yaşanan kopuşlar mekanistik bir neden-sonuç çerçevesi içinde anlamı belirler ve belirlenen anlam (belki burada tarihyazımsal bir fail olarak Mehmet Kaplan ve onun önemli takipçilerini zikretmeliyiz) doğal bir bilgi kategorisi oluşturarak öğrencilerin ders notlarındaki klişe şablonlara doğru yayılır.
   
Tuğcu’nun çalışması ise kopuş izleğinin tanımladığı yeni Türk edebiyatı tarihçiliğine, “sürekliliği” ön plana çıkararak müdahil oluyor. Tuğcu’ya göre geleneksel Osmanlı şiirinin eleştiri anlayışını belirleyen retorik kaide ve kurallar, 19. yüzyılda başlayan modern şiir eleştirisinin de temel dayanağını oluşturuyor. Büyük oranda Namık Kemal’in çerçevesini çizdiği “edebiyat-ı sahiha” programı (Namık Kemal buna “yeni edebiyat” da der), geleneksel retoriğe ulusal/millî bir aşı yaparak (her ne kadar Tuğcu böyle söylemese de) “Osmanlı” ihtiyaçlarına uygun yeni retorik aygıtlar belirlemeye çalışıyor. Namık Kemal’in arayışları ile belirlenen kurucu failliğinin en önemli sonucu ise onun mektuplarıyla yönlendirdiği Recaizâde Mahmud Ekrem’in, Talim-i Edebiyat adlı çalışması. Tuğcu’ya göre bu kitap sadece Kemal’in yeni edebiyat için arzuladığı retorik kaideleri bir araya getirmekle kalmıyor ayrıca "Servet-i Fünûn" şairlerinin de sahiplendiği bir belagat sistemi kurarak “şiire dönük eleştirinin” de kurallarını koyuyor.
    
Modernleşme öncesi Osmanlı şiirindeki geleneksel yaşantıdan beslenen hâkim metafor örüntüleri yerini (teoride de olsa) 19. yüzyıl gerçekçiliğinin belirlediği işlevsel bir pozitif dünya bilgisine bıraksa da, geleneksel belagat kurallarınca kuramsallaştırılan biçim ve içerik bilgisi kullanılmaya, tartışmalara zemin oluşturmaya devam ediyor. Bu zemin üzerinde kurgulanan Talim-i Edebiyat ise tabiatın uyandırdığı duygularca belirlenen romantik gerçekçi bir belagati, hem “akılcı” hem de “şairane” bir edebiyatın teorisi için temellendirererek, Servet-i Fünûn şairlerini Tanzimat yazarlarına bağlıyor. Kitabın son bölümü olan “Milli Edebiyatın İnşası”nda Tuğcu, günümüz edebiyat tarihçiliğini belirleyen hâkim paradigmanın, özellikle Ziya Gökalp’in yazdığı Türkçülüğün Esasları ile birlikte, o zamana kadar belirli bir zeminde ilerleyen şiir eleştirisini büyük oranda kesintiye uğratarak yükseldiğini ortaya koyuyor. Ancak bu yeni dönemin eleştirel meşruiyeti de, yine çok tanıdık bir eleştiri nosyonunun dönüşümü ile belirleniyor: "Taklit". Geleneksel şiirin bikr-i mânâ arayışı, millî edebiyat ile birlikte “ulusal öz” arayışına dönüşerek yeni (ve maalesef hâlâ geçerli) bir eleştiri geleneği başlatıyor.