3 Ocak 2008 Perşembe

İlk Modernler

William R. Everdell. Çev. Hülya Kocaoluk İstanbul: Yapı Kredi yayınları, 2007.

(Kitap Zamanı'nın 22. sayısında yayımlanmıştır.)

Modernin, modernizmin ne olduğu sorusuna verilecek “biricik” yanıtı bulmak, hele de postmodernizm gibi çok daha muğlak bir nosyonu deneyimleyen/deneyimlemiş (ya da deneyimlediğine inanmış?) 20. yüzyılın sonunda daha da zor olmalı. Nitekim William R. Everdell’in ünlü kitabı İlk Modernler’in giriş bölümü için, "Modernizmin Ne Olduğu ve Belki de Ne Olmadığına Dair" gibi ironik bir başlık kullanması da bu zorluğa işaret ediyor. Kitabın altbaşlığı ise yazarın yöntembilimsel niyeti ve modernlikle kurduğu çoğulcu ilişki açısından hayli açıklayıcı: Yirminci Yüzyıl Düşüncesinin Kökenlerine İlişkin Profiller.

Modernin, modernizmin ne olduğu sorusunun peşinden giden kuramsal bir yapıt değil İlk Modernler; “modernizmin başlangıç noktalarını birbirleriyle ilişkilendirme ve onun bir tarihini yazma çabası”. Everdell’in bu çabası okura, “modası geçmiş” olarak nitelendirdiği bir anlatım tarzıyla “Modernizmin ilk zamanlarının bir öyküsü”nü sunuyor. Bu öykü tabii ki yüzlerce isimden, onlarca biyografi parçasından, 22 bölümden ve 35 sayfa kaynakçadan oluşan İlk Modernler’in toplamından daha kapsamlı bir şey; ancak “benim akademim lisedir” diyen yazarın, Lewis Mumford’un uzmanlığa dayalı akademisyenliğe sırtını dönen “genelci” (generalist) yaklaşımını hatırlatan bir yetkinlikle doldurduğu yapıtı, 20. yüzyıl modernizmini şekillendiren modernist yaklaşımları gayet iyi kuşatıyor. Hatta yazarın kimi sayfalarda okuru boğmayı da göze alarak peş peşe verdiği onlarca isim ve biyografik/tarihî bilgiyi, konuyla ilgili hemen hiçbir ismi atlamama çabasına yormak da mümkün.

Everdell modernliğin kuramsal bir tarifinin peşinde olmasa da, 20. yüzyıla damgasını vuran ve “uygar dünyanın görüp görebileceği en uzun süreli kültürel akım” olarak nitelendirdiği modernizmin tanımının bir an önce yapılmasında ısrarcı. Bu tanımın yapılabilmesi için gerekli tarihsel olguların ortaya çıktığını düşünen Everdell, İlk Modernler boyunca okuru bu olguların arasında dolaştırıyor. Modernizmi, 19. yüzyıl düşünce yapısıyla ayrıştırarak berraklaştırmaya çalışan Everdell, 20. yüzyıl düşünme biçimlerini yapıtının merkezine yerleştiriyor ve bu bağlamda bir tanıma ulaşabilmek için modernizmin “çevresini sarmış olan kalabalık”tan koparılması gerektiğini savunuyor: “Modernizm, endüstriyalizm, kapitalizm, Marksizm ve Aydınlanma değildir. Bunların biri dışında hepsi on dokuzuncu yüzyıl kavramlarıdır ve dönemlere ayırma işini berbat etmektedirler”.

Everdell’e göre 19. yüzyıl düşüncesiyle 20. yüzyıl modernizmini ayıran en temel unsur “süreklilik fikri”. Geçişlilik, gelişim, ilerleme, evrim gibi kelimelerle desteklenen süreklilik fikri, başka hiçbir konuda anlaşamadıkları halde 19. yüzyıl kafalarını ahenk kaygısında, sivri köşelerden, çıkıntılardan hoşlanmamak konusunda birleştiriyordu. Marx’ın tarih görüşüyle Darwin’in teorisi; bir Brahms senfonisiyle akademi kökenli bir ressamın tuvalinde “ahenk ve süreklilik” adına buluşuyordu. Buna karşıt olarak 19. yüzyıl içinden çıkarak 20. yüzyılın entelektüel dünyasının yeni noktalarını birbirleriyle ilişkilendiren temel unsur ise süreklilik/bütünlük fikrinin parçalanması. Everdell’e göre Dalton’un atom modelinden başlayarak Cantor’un kümeleriyle, Dedekind’in sayılarını, Whitman, Rimbaud ve Jules Laforgue’un vezinsiz şiirlerini, Gorges Seurat’ın puantalist resimleriyle Picasso’nun kübist çarpıklıklarını, Einstein’ın uzay-zaman aralığıyla Arnold Schoenberg’in atonal (akortsuz) müziğini birer tarihsel olgu (ve öykü) olarak birbirleriyle ilişkilendiren nesnelerin “kesiksiz bir bütün olarak” algılanabilecekleri yönündeki “o eski, inatçı görüşten” vazgeçmek, yani modernizm. Bu bağlamda 1899 Viyana’sını 19. yüzyıl ile özdeşleştiren yazar, 1900 Paris’inde Eşikteki Modernizm’i anlatıyor. 1904 St. Louis’inde ise Orta Amerika modernizmle tanışıyor.
Everdell’in yaklaşımının C.P. Snow’un 1959 yılında icat ettiği “iki kültür” kavramını aşan bir yanı olduğunu da eklemekte fayda var. İlk Modernler, fen bilimleri ve beşerî bilimler (humanities) arasındaki hiyerarşik ve suni gerilimi süreklilik fikrinin parçalanması ortak paydasında eritiyor. 20. yüzyılın başlangıcında, aşağı yukarı 20 yıllık dar bir zaman dilimine yayılan anlatıda tarih, eşzamanlı bir satıhta modernizmi aydınlatmakta: “İnşaat çeliğinin Sullivan’ı, standart saat ayarının Joyce’u, telefonun Proust’u, bisikletin Boccioni’yi ve elektrikle çalışan sokak lambalarının Delenuay’ı etkilediği bir gerçektir ve inkâr edilemez”.

Her ne kadar Everdell, nesnelerin bütünlüğüne dair o eski görüşten önce bilimin değil edebiyat ve resmin vazgeçtiğini vurgulasa da, İlk Modernler’de başat olanın beşerî kültürden ziyade bilim kültürü olduğunu söylemek hiç de zor değil. Kitabı şekillendiren yüzlerce isim arasında bilimcilerin ciddi bir ağırlığı var. Bu belki de Lee ve Wallerstein’ın modern dünyada ilk ortaya çıkanın bilim kültürü olduğu ve beşeri kültürün, bilim kültürünün emperyalist hak talepleri karşısında savunma amacıyla oluşturulduğu yönündeki savıyla ilgili bir durum. Nitekim İlk Modernler’in sekizinci bölümünde Everdell bu emperyalist hak taleplerinin en açık icadını ele alıyor: “Toplama Kampı”. Modernizmin ayrıştırıcı özelliğinin bu en vahşi icadının, toplulukları ve halkları ayrıştırmada Hitler’e gelene kadar hangi aşamalardan geçtiğinin anlatıldığı bu bölüm, Everdell’in yapıtını bir kahramanlar tarihi olmaktan çıkarıyor. Kitapta adı geçen tek Türk (ve tek Müslüman) olan Enver Paşa’nın bu bölümde, Ermeni tehcir ve kıtali bağlamında yer aldığını görmek ise bizim açımızdan incitici de olsa hayli düşündürücü. Bu durumu yazarın bir eksikliği olarak değerlendirmekle beraber, çuvaldızı da kendimize batırmamız gerektiğini savunuyorum.
İlk Modernler, içinde yaşadığımız dünyanın düşünsel atmosferini şekillendiren dahilerin birbirleriyle ilişkili öykülerini anlatırken, modernliği farklı açılardan görmemize olanak sağlayan kapsamlı bir yapıt. Konuyla ilgilenen hemen herkesin ve özellikle de hangi bölümden olursa olsun üniversite öğrencilerinin bu ve bunun benzeri kitapları okumasında büyük fayda var. Belki de aslolan, bu gibi kitapların lise seviyesinde okutulabilmesi. Uzmanlar kadar yaşadığı dünyayı bilen alimlere de ihtiyacımız var…

1 yorum:

Deniz dedi ki...

Bu kitabı okumadım. Ama senin eleştirini okuduktan sonra bu kitabı da okumaya karar verdim. Kitabın açıklayıcı bir eleştirisi olduğunu düşünüyorum. Ayrıca çok da güzel bir dille ifade etmişsin. Şimdiye kadar iki eleştirini (bununla birlikte) keyifle okudum. Şu ana kadar bu sayfaya koyduğun diğer kitap eleştirilerini de okuyacağım ve yenilerini de merakla bekliyorum. Böyle bir işe giriştiğin için kutlarım.