4 Ocak 2008 Cuma

Osmanlılar ve Ölüm

Ed. Gilles Veinstein. Çev. Elâ Gültekin. İstanbul: İletişim Yayınları. 2007.

(Kitap Zamanı'nın 15. sayısında yayımlanmıştır.)

İstanbul’da yaşayanlar bilir: Ölüm, hele ki şehrin sur içi, Fatih, Üsküdar gibi daha eski yerleşim alanlarında, gündelik hayatı çevreleyen kimi kavuklu, kimi fesli, kimi dolama sarıklı sakinleriyle her an gözümüzün önündedir.

Kim olduklarını, bazen nesih, bazen sülûs yazılarında ne söylediklerini, ne istediklerini bilmeden yanlarından geçip gideriz; Bursa, Manisa, Edincik, Amasya ya da Edirne’de olduğu gibi. Gilles Veinstein’ın yayıma hazırladığı, Elâ Güntekin’in çevirdiği Osmanlılar ve Ölüm, insanlığın modernleştikçe görmek istemediği bu en gündelik gerçeğinin Türkçe hâllerini izliyor. Her ne kadar ismi Osmanlılar ve Ölüm olsa da çalışmanın amacı, Türklerde ölüme dair farklı yaklaşımları Fransız Bilimsel Araştırmalar Merkezi’nin (CNRS) “Türk ve Osmanlı Araştırmaları” ekibine bağlı ve yine farklı alanlarda çalışan araştırmacılarının katkılarıyla geniş bir çerçevede buluşturmak. Nitekim yazdığı önsözde Gilles Veinstein, “Bu geniş çerçevede, olguların zaman içinde evrimi boyutuna yer verilerek ‘uzun vade’nin (long durée) kapsam altına alınması yoluna gidilmiştir. Başka bir deyişle, çok disiplinli bir yaklaşım ile tarihsel duyarlılığı bağdaştırmaya çalıştık.” diyerek kitabın metodolojisini açıklıyor.

Bu bağlamda “Evveliyat ve İzler” başlığını taşıyan ilk bölüm, İslâmiyet öncesi Türk inanışlarına ve bu inanışlara bağlı tören ve ritüellerin, Osmanlı mezar taşlarında ve Yaşar Kemal’in yapıtlarındaki yansımalarına odaklanıyor. Louis Bazin’in, Kuzey Asya’da Türkçe konuşan halkların “rünik” mezar taşları ile insanbiçimci unsurlar taşıdığı bilinen Osmanlı mezar taşlarının kitabelerindeki söylem benzerliklerini ortaya koyduğu “Osmanlı Mezar Taşlarında İslâmiyet Öncesinden İzler ve Yenilikler” ve Nedim Gürsel’in Yaşar Kemal’in kırklı yıllarda Çukurova’da derlediği ağıtları daha sonra yazdığı romanlarda nasıl kullandığını inceleyen “Türklerde Ölümün Sözlü İfadesi: Yaşar Kemal’in Yapıtlarında Ağıtlar” başlıklı yazıları bu bölümdeki dikkat çekici çalışmalar.

“Derviş ve Ölüm” başlıklı ikinci bölüm heterodoks İslâm’ın önemli figürleri olan dervişân ve abdalânın Balkanlar ve Anadolu’daki çoğu boş mezarlarının yalnız Müslümanlar için değil Hıristiyanlar için de nasıl keramet ve şifa dağıtan yatırlar hâline geldiğini araştırıyor. Alexandre Popovic’in “Balkan Dervişlerinde Evliya Ölümleri ve Keramet Dağıtan Türbeler” adlı çalışmasıyla, Michéle Nicolas’ın “Anadolu Yatırlarını Ziyaret” başlıklı çalışması halkın her daim sevgi ve saygısını kazanmış bu önemli figürlerin, ölümleri ardından nasıl bir gelenek ihtiyacını karşıladıkları sorusuna da kısmen açıklık getiriyor. Thierry Zarcone da “Tasavvufta Ölüm Deneyimi ve Ölüme Hazırlanma: Türkiye Nakşibendîleri Örneği” adlı yazısında ölmeden önce ölen tasavvuf ehlinin cenaze ve defin ritüellerini Türkiye Nakşibendîleri örneğinde inceliyor.

Osmanlılar ve Ölüm’ün en ilgi çekici bölümü ise “Padişah ve Ölüm”. Bu bölümün “Osmanlılar Döneminde İstanbul’da Sur İçi Defin” başlıklı ilk yazısında Nicolas Vatin, sur içi definlerin doğrudan sultanın özel iznine bağlı olarak sıkı denetim altında tutulduğunu, bu denetimin ise çoğu zaman ileri sürüldüğü gibi hijyen kaygısıyla değil, emperyal şehircilik kaygısıyla yapıldığını konuyla ilgili birincil kaynaklardan yola çıkarak ortaya koyuyor. Yazara göre I. Süleyman ile iyice sıkılaşan bu denetim, imparatorluğun son yıllarına kadar artarak devam ediyor. Nicalas Vatin ve Gilles Veinstein’ın iki yazısı, II. Mehmed’den I. Ahmed’e kadarki padişahların ölümlerini ve cenaze ritüellerini inceliyor. “II. Mehmed’in Ölümü (1481)” başlıklı ilk yazıda araştırmacılar, Devlet-i Âli Osman’ı imparatorluğa taşıyan reformist padişahın ölümü ile başlayan politik gerginlikleri ve bu politik gerginlikleri aşma çabaları bağlamında artık sadece bir “ölü” hâline gelen padişahın cesedinin akıbetini ve defin aşamalarını ele alıyor. Meşhur Kanunnâme’si ile birlikte imparatorluk teşrifat ve kurallarını devlete yerleştirmeye çalışan II. Mehmed’in cenazesinin, İslâm öncesi Altay geleneklerine de (ağıtlar, kesik atmalar, başa toz serpmeler) bağlı olarak defnedilmesi, Osmanlı’nın emperyal evriminin başlarındaki köklerine de ışık tutuyor. Nitekim araştırmacıların “II. Mehmed’den I. Ahmed’e Osmanlı Padişahlarının Cenaze Törenleri (1481-1616)” başlıklı yazıları, emperyal evrimin sonraki aşamalarını farklı birincil kaynaklara dayanarak net bir şekilde ortaya koyuyor. Nicalas Vatin ve Gilles Veinstein’a göre “II. Mehmed’in neredeyse ailevî nitelikteki cenaze töreni ile en yüksek mevkilerdeki kulların; ama aynı zamanda ulemanın katıldığı bir kortejin törensel havasında imparatorluğun yüceliğinin sergilendiği Kanunî Sultan Süleyman’ın protokole uygun cenazesi arasında bir evrim gözlenmektedir. [....] İmparatorluk çizgisindeki (İslâmî bir evrimle at başı gittiği düşünülebilecek) bu evrim zaman içinde giderek belirginlik kazanmış ve güçlenmiştir.” Bu bölümün bir başka ilginç yazısında Matei Cazacu, (“Rezilane Ölüm: Kelle Uçurma ve Başların İstanbul’da Sergilenmesi (15.-19. Yüzyıl)”) çok az çalışılmış bir konu olarak Osmanlı devletindeki idam ve infazları ele alıyor. II. Mahmud dönemi kodifikasyon değişikliklerini vurgulamakla beraber yazar, kul ve reayanın bağlı olduğu farklı hukuk alanlarını belirtmiyor. Bütün yazı boyunca bir tane bile Osmanlı kaynağı kullanılmamış olması yazıyı ister istemez tek yanlı bir Avrupa merkezcilik içine hapsediyor. Nitekim İlber Ortaylı da kitaba yazdığı önsözde, Cazacu’nun bazı “sert değerlendirmelerinin” zamanı şaşıran bir yönünün olduğunu belirterek, idamın doğrudan ölüm ritüllerine bağlanamayacağını hatırlatmakta. Bununla birlikte yazının ekinde verilen 13 “yafta” örneği bu bakir çalışma alanı açısından son derece önemli.


Kitabın son bölümü ise “Osmanlı Mirası, Cumhuriyet’in Getirdiği Yenilikler”. Michel Bozdemir, “Chopin ve Müezzin: Çağdaş Türkiye’de Resmî Cenaze Törenleri” başlıklı yazısında farklı gelenekleri İslâm dini etrafında bağdaştıran Osmanlı cenazelerinin aksine, Cumhuriyet döneminin İslâm’ın etkisini azaltmaya çalışarak Avrupa’ya öykünen cenaze törenleri ile, nasıl farkında olmadan İslâmiyet öncesi Türk geleneklerini de yok ettiğini ortaya koyuyor. Étienne Copeaux ise “Türk Okul Tarih Kitaplarında Ölümü Anlatan Sözcükler” adlı yazısında, ölmek, vefat etmek, şehit olmak terimlerinin Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan gelişimini ele alıyor.

Son olarak Osmanlılar ve Ölüm gibi bu alana dair ve üzerinde durulması gereken birkaç çalışmayı daha hatırlatmak yerinde olacaktır. Yazdığı önsözde Ortaylı’nın da çevrilmesini tavsiye ettiği Nicolas Vatin ve Gilles Veinstein’ın Le Séreil Ébranlé (“Sarsılmış Saray”) adlı kitapları, padişahların ölümleri ilgili kuşatıcı bir kaynak. Bu bağlamda ilgi çekebilecek bir başka çalışma ise geçtiğimiz aylarda ikinci baskısı yapılan Hüve’l Baki: İstanbul’da Osmanlı Mezarlıkları ve Mezar Taşları. Yazarı Hans-Peter Lagueur. Uzun yıllardır Osmanlı mezar taşları üzerinde çalışan Edhem Eldem’in İstanbul’da Ölüm: Osmanlı-İslâm Kültüründe Ölüm Ritüelleri adlı yapıtı ise şimdiden konunun klasikleri arasına girmiş bulunuyor. İlgilenenlere...

Hiç yorum yok: