24 Nisan 2008 Perşembe

Orta Doğu'da Kültürel Geçişler

Haz. Şerif Mardin. Çev. Birgül Koçak. Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2007.

Kitap Zamanı'nın 24. sayısında yayımlanmıştır.

“Batı’nın okuduğu bir Doğu olduğu gibi, Doğu’nun da kendisini ‘içeriden’ okuduğu ve tanımladığı başka bir ‘Doğu’ var”. Yaptığım alıntı bu tarz bir anlama ve anlatma çabasının ürünü olan Orta Doğu’da Kültürel Geçişler’in arka kapak yazısından. “Doğu” bilgisini politik ve kültürel olarak özdeşleşmeye çalıştığı Avrupa merkezli bir perspektiften üretmeye, çoğunlukla da bu perspektiften üretilmiş hazır Doğu bilgilerini türetmeye alışmış Türk entelijansiyasının, uzak kaldığı ya da uzak kalmayı seçtiği bir bilgi alanı bu. Orta Doğu olarak adlandırılmış bu coğrafî, kültürel ve politik alan, Türkiye Cumhuriyeti’nin aydınlanmacı elitlerince çizilmiş tarih çizgisinde, onun bir zamanlar olduğu ama artık arkada bıraktığı ve bir daha asla olmayacağı öteki olarak da yeniden ve sıklıkla tanımlanır. Bu tanıma dair üretilen bilgi biçimleri çoğunlukla da “şeriat” uygulamaları aracılığıyla farklı zamanlarda, farklı biçimlerle yenilenir. İran’daki toplu idamların, Suudi Arabistan’da kılıçla yapılan infazların, kırbaç cezalarının, İsrail’i kana bulayan intihar saldırılarının haber değerleri bir yana, Türkiye kamuoyuna sunuluş biçimlerinin bu yeniden üretilen Orta Doğu bilgisinden bağımsız olmadığını iddia etmek, sanırım ki spekülatif olmayacaktır. Şerif Mardin’i Türk entelijansiyası bağlamında önemli kılan, büyük bir bilim adamı olmasının yanında, Türk Modernleşmesini işte bu hazır bilme biçimlerinin dışına taşarak oluşturduğu çalışma alanında değerlendirmesidir.
Mardin’in editörlüğünü yaptığı Orta Doğu’da Kültürel Geçişler başlıklı makaleler toplamı, 1989 yılında The American University School of International Service’de düzenlenen bir konferansın verimlerine dayanıyor. 1994 yılında İngilizce olarak yayımlanan çalışma, geçtiğimiz aylarda Doğu Batı Yayınları tarafından Birgül Koçak’ın çevirisiyle Türkçeye kazandırıldı. Irenne Markoff hariç tamamı Orta Doğulu araştırmacı ve bilim insanlarının, İslâm’ın çok cepheli kültürel düzlemi bağlamında kaleme aldıkları on makaleden oluşan çalışma, ortaya konan zengin entelektüel verinin yanında, bölgenin kendilik bilgisini nasıl ürettiğine de dair önemli ipuçları sunuyor. Çalışmaya yazdığı “Giriş” yazısında Mardin, artık kaçınılmaz bir şekilde modernlikle ya da “Batı” merkezli düşünce alanlarıyla da kesişen bu bilgi üretim süreçlerinin, İslâm’ı olduğu kadar Batı’yı da dönüştürüp yeniden tanımladığını ifade ediyor. Mardin’e göre çok geniş bir alana yayılmış olmasına rağmen İslâm’ın, kısmen bilinçli ya da bilinçsizce Batı’nın kimi şablon ve modellerini devralarak ve kısmen de onları redderek, bir Müslüman kültürel çerçeve içinde yeniden düzenlemesi, onun Batı kültürünün ürünlerini okuyarak, dinleyerek ve inceleyerek zorlu bir görevle meşgul olduğu izlenimini veriyor. İslâmi kültürlerin yayıldıkları geniş satıhta, farklı dinamikler aracılığıyla meşgul oldukları bu süreçleri, modernleşmeyi Batılılaşmayla eş tutan ve İslâm’ı sürecin dışına, tarihsel olarak da modernlik öncesine yerleştiren çizgisel analizlerin hakkıyla anlayabileciğini söylemek zor. Nitekim Mardin, yerleşik estetik duyumu zedeleyebilmekle birlikte, ortaya çıkan nihai ürünün Şarkiyatçıları da en az Garbiyatçılar kadar şaşkına uğratacığını söylerken, tek boyutlu Batılılaşma ya da taklit analizlerinin süreci anlamada ve tabii ki anlatmada kifayetsiz kalacağını söylüyor olmalı. Kitaptaki “Kültürel Değişme ve Aydın: Necip Fazıl ve Nakşibendi” başlıklı yazısında Mardin, Necip Fazıl’ın Şeyh Arvasi aracılığıyla kendisi için yeniden inşa ettiği İslâmî yaşam öyküsü bağlamında, onun entelektüel faaliyetini ve geçirdiği kültürel değişimi incelerken de benzer noktaları işaret ederek şu soruyu soruyor: “Aslında gittikçe toplumsal süreçlerdeki “sanal-mekanik” imgeler ve iletişim araçlarının olanaklarıyla çerçevelenen modern İslâmî aydınların söylemi, iletişim araçlarına ilişkin sınırlı bir görüşe sahip ve grupların tabiatında olan bir ‘şahsiyetçi’ imgeyle iş gören İslâmî aydınların söylemiyle bir midir?”.
Burada açılması gereken “şahsiyetçi”liği Mardin, Modern Türkiye’de Din ve Toplumsal Değişim başlıklı çalışmasına atıfta bulunarak “şeriatın katı bağlamı içinde, sosyal yapının dinsel ya da kişilerarası ilişkiler ağından ibaret bir şey olarak düşünülmesi” şeklinde tanımlar. 20 yüzyılı sıkı bir şekilde ören kitle iletişim araçları “şahsiyetçi” cemaat yapısını kırmakla birlikte, Mardin’e göre İslâmî kültürel akımı zayıflatmaktan ziyade güçlendirmiştir. Ancak bu güçlenme, modernlik öncesi İslâmî kültürel yapıların yeniden ikamesine dair güçlenen bir arzudan çok, Müslüman kimliğinin esas yapısında ciddi bir dönüşümü beraberinde getirmektedir. Bu dönüşüm, İslâmî anlatılar gibi geleneksel unsurlar etrafında inşa edilmeyi sürdürse de, Batılı toplumsal tahayyülü meydana getiren unsurların (roman, modern şiir, tiyatro, dernek, anayasa) ikame edilmesiyle gerçekleşir. Mardin bu bağlamda Minyeli Abdullah örneğini sıklıkla anar. Teksas’taki yaşamın yerel kilise etrafında şekillendiğini gören bir Türk ast subayın kaleme aldığı bu İslâmî bildungsroman, çok popüler olmuş ve onlarca baskı yapmıştır. Nasır dönemi Mısır’ındaki laiklik uygulamalarını eleştiren Minyeli Abdullah, gerek anlatı biçimi olarak seçtiği tür (roman), gerekse de kahramanın modernliğin gündelik hayata serpiştirdiği yaşama biçimleriyle olan uyumuyla gerçekten de Mardin’in tezleri için iyi bir örnektir. Ancak edebiyat tarihçiliğinin yerleşik kanonunda ne Minyeli Abdullah’a ne de bu romanın modernlikle olan ilişkisine atıfta bulunulmaz, inceleme nesnesi olarak reşit bir anlatı değildir. Halbuki Minyeli Abdullah’ın modernliği onu ikame tarzı, Kendi Gökkubemiz’in modernliği ikame tarzından çok da uzakta aranmamalı...Orta Doğu’da Kültürel Geçişler, Mardin’in makalesi gibi dokuz önemli entelektüel verimi daha Türkçenin okuruyla buluşturuyor. Mutlaka okunması ve tartışılması gereken, ufuk açıcı bir çalışma...