Türkiye’de siyasetin, özellikle sağ siyasetin
“gelecek”le ilgili ama daha çok tarih fetişimizden gelen yıldönümü temalı,
klişe ve yer yer de garip bir slogan dağarcığı vardır. Hatta solun göreceli
sandık başarısızlığı umut siyaseti üretememekle, kitleleri kendi iktidarlarında
geçecek “müreffeh, mutlu, güneşli bir gelecek” için manüpile edememekle
açıklanır. AKP iktidarının son dört-beş yılda ürettiği iktidar söylemine biraz
yakından bakılınca ortaya çıkan “gelecek” kurgusunda, partinin kendini belki de
en muktedir, en güçlü gördüğü simgesel alanla karşılaşırız. 2023 ya da 2073’e
işaret eden klişe sloganların ötesinde Başbakan Erdoğan, iktidarının süregelen meşruiyetini
sık sık, neo-liberal ekonomi politikaları ile yakalanan küresel uyumun ve
büyüme başarılarının göstergesi olan her türden sayı, sıra ve rakamın dökümü
ile ifade eder. Çılgın projelerin, devasa binaların, köprülerin, santrallerin,
büyük barajların metafor dünyası içinde yakalanan bu “kalkınmış Türkiye
geleceği”nin karşısında “irticai tehlike” arayışlarının, asker nefer
adanmışlıklarının elbet bir karşılığı olmayacaktı. Ancak kendi varlığında bir
Türkiye ütopyası yaşandığını düşünen ve bunu zaman zaman tekinsiz bir açıklıkla
ifade eden AKP siyasetinin kendi gelecek zaman kurgusu karşısında ortaya çıkan
Gezi direnişini benzer bir “dışarısı eksikliği” ile şiddet göstererek, “dış
mihrak”, “faiz lobisi” gibi hayaletlerin peşine takılarak açıklamaya çalışması
bize ütopyanın diğer yüzünü de hatırlattı: “kıyamet”.
John Gray’in (d. 1948) Yapı Kredi
Yayınları’ndan yayımlanan çalışması Kara
Ayin: Apolitik Din ve Ütopyanın Ölümü (2008) tam da bu günleri, “yaşarken
yazılan tarih”i, barikatın büyüsünü ya da büyük oyun imgesini
anlamlandırabilmek için geniş bir pencere açıyor. Gray’in açtığı bu son derece
karamsar pencereden, erken dönem Hristiyanlığının başat belirleyicisi olduğu
apokaliptik siyaset metaforlarının, binyılcı kurtuluş ya da kıyamet
anlatılarının seküler Aydınlanma söylemi, liberal devlet, Sovyet komünizmi ve
ütopyacı “Amerikan yeni sağı” tarafından tekrar tekrar nasıl üretildiğini
görüyoruz. “Modern siyaset din tarihinden bir kesittir” diye başlayan Kara Ayin, Türkiye’deki siyaset bilimi
literatürünü ve moda strateji söylemlerini de düşünürsek tanıdık bir alandan
seslenmiyor. Ancak, Anti-hümanist, liberal, çevreci ve karamsar olarak
nitelendirilen ve ciddi düşünce değişiklikleri ile de bilinen Britanyalı
siyaset felsefecisi Türkiyeli okurlar için yabancı da değil. Yine bu yıl içinde
çevrilen Ölümsüzleştirme Kurulu’ndan
evvel Saman Köpekler, Liberalizmin
İki Yüzü, El Kaide: Modern Olmanın
Anlamı ve Küresel Yanılgılar,
Türkçeye çevrilmişti. 1970’li yıllarda solcu bir öğrenci iken 1976 yılında
liberal-yeni sağ yanlısı bir düşünce çizgisi izlemeye başlayan Gray’in temel
motivasyonu “solun yükselen teknoloji karşında gelişen yeni geleceği ve
değişimin doğasını okuyamaması” olur. 1980’lerin Thatcher politikalarının
liberal yüzü olarak anılan Gray,1990’larda çevreci bir söylemle yükselen yeni
solu destekler ve 2000’li yıllardan itibaren neo-liberalizmin, küresel
kapitalizmin anti-hümanist eleştirisini geliştirir. Kara Ayin bu eleştirelliğin en önemli verimlerinden biri.
Gray’in geldiği bu son durağı daha iyi
anlamak için Saman Köpekler: İnsanlar ve
Diğer Hayvanlar Üzerine Düşünceler’e kısaca da olsa değinmekte yarar var.
Gray, bu provakatif ve tartışmalı kitabında, anti-hümanist gerçekçiliğini,
uzlaşmaz bir natüralizm ve çevreci bir söylemle birleştirerek insanın
yeryüzündeki tümörümsü varlığına ve kibirli bencilliğine sert eleştiriler
getirir. İnsan merkezli dinsel düşüncenin ve devamında gelen Aydınlanmacı seküler
modernizmin yol açtığı iktidar yanılgılarına karşı çıkan Gray’e göre insanlar
kendi kaderleri karşısında, diğer hayvalardan daha fazla muktedir değillerdir
ve sürekli tersi yönde geliştirdikleri gelecekçi din ve felsefelerden artık
vazgeçmelerinin vakti çoktan gelmiştir. Kara
Ayin’de ise Gray, ütopyanın ölümünü ilan ederek anti-hümanist
gerçekçiliğini din karşıtı bir eleştirelliğe doğru yönlendirir. Ancak şunu
belirtmeliyiz ki kitap boyunca Gray’in dinden kastı büyük oranda Hristiyanlık.
Selefi radikalizmin domine ettiği El-Kaide tipi İslâmcılık, Seyyid Kutub ve
Bush’un Şii muadili olarak gördüğü Ahmedinecad’dan yer yer bahsettese de,
Gray’e göre bütün bu modern zamanlar fenomenlerinin ütopya ile ilişkisi, tıpkı
çizgisel tarih ve ilerlemecilikte olduğu gibi Hristiyanlıkla dolayımlanıyor.
Seyid Kutb’un geliştirdiği İslâmcı ideolojinin Fransız Jakobenlerinin
geliştirdiği devrimci şiddet inancı ile filizlendiğini iddia eden Gray’e göre
bütün bu “politik dinler”, Hristiyanlık’ın geri çekilmesi ardından yükselen
ütopik ve apokaliptik (ahir zamanlar metaforu üzerinden aşinalaştırabiliriz
belki) söylemlerin onun mirasını doğrudan temellük etmesi ile yerleşiyor.
Dolayısıyla bu yerden Bush ve Ahmedinecad’ın farklı Mehdici fraksiyonlar ile de
olsa birbirlerine doğru konuşmaları şaşırtıcı değildi. Zira Gray’e göre “son
iki yüz yıllık tarihin büyük bölümüne biçim veren önemli devrimci ayaklanmalar inanç tarihine
ait olaylardı. [...] Yeni binyılın başında kendimizi bulduğumuz dünyaya ütopyacı projeler enkazı yığılmıştır.
Bu projeler dinin gerçekliğini yadsıyan seküler bir çerçeve içinde olmakla
birlikte aslında dinsel mitlerin aracıydılar. [....] İlerlemeyi yavaş ve
aşamalı bir mücadele olarak gören liberal hümanistler de bunlara bağlı
kalmıştır. Dünyanın sona ermek üzere olduğu inancıyla adım adım ilerlemeye
duyulan inanç birbirine karşıtmış gibi görünebilir [...] ama temelde
birbirinden çok farklı değildirler. [....] İki yüzyılı aşkın bir süre boyunca
ilk Hristiyanların Tanrı’nın başlattığı bir Ahir Zaman’a duydukları inanç
Ütopya’nın insan edimi yoluyla gerçekleşebileceği yolunda bir inanca dönüştü.
İlk Hristiyanların Apokalips mitleri, bilimsel bir kılıkta, inanca dayalı yeni
bir şiddet türünü doğurdu. Evrensel demokrasi projesi Irak’ın kana bulanmış
sokaklarında son bulduğunda bu model tersine çevrildi” (11-13).
Kara
Ayin
bu satırların bütün bir kitap boyunca işlenmesi ve geliştirilmesinden oluşuyor.
Birinci bölümde “ütopyanın ölümü” fikrini açıklayan Gray, İkinci Bölüm’de 20. yüzyıl
boyunca Aydınlanmacı düşünceleri saran terör ve ütopyacı mitleri tartışıyor. Üçüncü
Bölüm’de ütopyanın merkez sağ düşünceye neo-liberalizm ve yeni-muhafazakârlık
yoluyla girişini sorgulayan Gray, Dördüncü Bölüm’de “kıyametin
Amerikanlaşmasını”, silahlı misyonerler
aracılığıyla yayılan demokrasi ve insan hakları “müjde”lerini Irak
üzerinden değerlendiriyor. Son bölüm olan “Apokalips Sonrası”nda ise Gray bu
karamsar gidişata dair net bir düşünce değişikliği ile bir çıkış öneriyor:
“Gerçekçilik”. Sekülerizm ve hümanist ütopyaların yerine konulacak bir
“gerçeklikle baş etme çabası”. Çünkü Gray’e göre “Gerçekçilik, zorbalık ve
özgürlük, savaş ve barış konularında gerçekten inanca dayanmadığını iddia
edebilecek tek düşünme biçimidir ve ahlâhdışılık şöhretine karşın etik
bakımdan tek ciddi olanıdır. Şüpheyle
bakılması kuşkusuz bu yüzdendir” (237).
Tam da burada, Gray’in penceresinden bizim
için sorulması gereken soru belki de şu: Kürt barışı ile tesis etmeye
çalıştığımız “modus vivendi”, Gezi gerçekliği
sonrasında saçılan kıyamet senaryolarına feda mı edilecek? Şimdilik,
ütopyayı kendi siyasal varoluşunda tanıyan, “benzersizlik” iddiasındaki Erdoğan
siyasetinin Gray’in karamsarlığını boşa çıkartmasını “ümit ederek” bekleyeceğiz;
kim bilir belki iklim değişir, Akdeniz olur...