31 Temmuz 2013 Çarşamba

#direnütopya


Türkiye’de siyasetin, özellikle sağ siyasetin “gelecek”le ilgili ama daha çok tarih fetişimizden gelen yıldönümü temalı, klişe ve yer yer de garip bir slogan dağarcığı vardır. Hatta solun göreceli sandık başarısızlığı umut siyaseti üretememekle, kitleleri kendi iktidarlarında geçecek “müreffeh, mutlu, güneşli bir gelecek” için manüpile edememekle açıklanır. AKP iktidarının son dört-beş yılda ürettiği iktidar söylemine biraz yakından bakılınca ortaya çıkan “gelecek” kurgusunda, partinin kendini belki de en muktedir, en güçlü gördüğü simgesel alanla karşılaşırız. 2023 ya da 2073’e işaret eden klişe sloganların ötesinde Başbakan Erdoğan, iktidarının süregelen meşruiyetini sık sık, neo-liberal ekonomi politikaları ile yakalanan küresel uyumun ve büyüme başarılarının göstergesi olan her türden sayı, sıra ve rakamın dökümü ile ifade eder. Çılgın projelerin, devasa binaların, köprülerin, santrallerin, büyük barajların metafor dünyası içinde yakalanan bu “kalkınmış Türkiye geleceği”nin karşısında “irticai tehlike” arayışlarının, asker nefer adanmışlıklarının elbet bir karşılığı olmayacaktı. Ancak kendi varlığında bir Türkiye ütopyası yaşandığını düşünen ve bunu zaman zaman tekinsiz bir açıklıkla ifade eden AKP siyasetinin kendi gelecek zaman kurgusu karşısında ortaya çıkan Gezi direnişini benzer bir “dışarısı eksikliği” ile şiddet göstererek, “dış mihrak”, “faiz lobisi” gibi hayaletlerin peşine takılarak açıklamaya çalışması bize ütopyanın diğer yüzünü de hatırlattı: “kıyamet”.
John Gray’in (d. 1948) Yapı Kredi Yayınları’ndan yayımlanan çalışması Kara Ayin: Apolitik Din ve Ütopyanın Ölümü (2008) tam da bu günleri, “yaşarken yazılan tarih”i, barikatın büyüsünü ya da büyük oyun imgesini anlamlandırabilmek için geniş bir pencere açıyor. Gray’in açtığı bu son derece karamsar pencereden, erken dönem Hristiyanlığının başat belirleyicisi olduğu apokaliptik siyaset metaforlarının, binyılcı kurtuluş ya da kıyamet anlatılarının seküler Aydınlanma söylemi, liberal devlet, Sovyet komünizmi ve ütopyacı “Amerikan yeni sağı” tarafından tekrar tekrar nasıl üretildiğini görüyoruz. “Modern siyaset din tarihinden bir kesittir” diye başlayan Kara Ayin, Türkiye’deki siyaset bilimi literatürünü ve moda strateji söylemlerini de düşünürsek tanıdık bir alandan seslenmiyor. Ancak, Anti-hümanist, liberal, çevreci ve karamsar olarak nitelendirilen ve ciddi düşünce değişiklikleri ile de bilinen Britanyalı siyaset felsefecisi Türkiyeli okurlar için yabancı da değil. Yine bu yıl içinde çevrilen Ölümsüzleştirme Kurulu’ndan evvel Saman Köpekler,  Liberalizmin İki Yüzü, El Kaide: Modern Olmanın Anlamı ve Küresel Yanılgılar, Türkçeye çevrilmişti. 1970’li yıllarda solcu bir öğrenci iken 1976 yılında liberal-yeni sağ yanlısı bir düşünce çizgisi izlemeye başlayan Gray’in temel motivasyonu “solun yükselen teknoloji karşında gelişen yeni geleceği ve değişimin doğasını okuyamaması” olur. 1980’lerin Thatcher politikalarının liberal yüzü olarak anılan Gray,1990’larda çevreci bir söylemle yükselen yeni solu destekler ve 2000’li yıllardan itibaren neo-liberalizmin, küresel kapitalizmin anti-hümanist eleştirisini geliştirir. Kara Ayin bu eleştirelliğin en önemli verimlerinden biri.             
      Gray’in geldiği bu son durağı daha iyi anlamak için Saman Köpekler: İnsanlar ve Diğer Hayvanlar Üzerine Düşünceler’e kısaca da olsa değinmekte yarar var. Gray, bu provakatif ve tartışmalı kitabında, anti-hümanist gerçekçiliğini, uzlaşmaz bir natüralizm ve çevreci bir söylemle birleştirerek insanın yeryüzündeki tümörümsü varlığına ve kibirli bencilliğine sert eleştiriler getirir. İnsan merkezli dinsel düşüncenin ve devamında gelen Aydınlanmacı seküler modernizmin yol açtığı iktidar yanılgılarına karşı çıkan Gray’e göre insanlar kendi kaderleri karşısında, diğer hayvalardan daha fazla muktedir değillerdir ve sürekli tersi yönde geliştirdikleri gelecekçi din ve felsefelerden artık vazgeçmelerinin vakti çoktan gelmiştir. Kara Ayin’de ise Gray, ütopyanın ölümünü ilan ederek anti-hümanist gerçekçiliğini din karşıtı bir eleştirelliğe doğru yönlendirir. Ancak şunu belirtmeliyiz ki kitap boyunca Gray’in dinden kastı büyük oranda Hristiyanlık. Selefi radikalizmin domine ettiği El-Kaide tipi İslâmcılık, Seyyid Kutub ve Bush’un Şii muadili olarak gördüğü Ahmedinecad’dan yer yer bahsettese de, Gray’e göre bütün bu modern zamanlar fenomenlerinin ütopya ile ilişkisi, tıpkı çizgisel tarih ve ilerlemecilikte olduğu gibi Hristiyanlıkla dolayımlanıyor. Seyid Kutb’un geliştirdiği İslâmcı ideolojinin Fransız Jakobenlerinin geliştirdiği devrimci şiddet inancı ile filizlendiğini iddia eden Gray’e göre bütün bu “politik dinler”, Hristiyanlık’ın geri çekilmesi ardından yükselen ütopik ve apokaliptik (ahir zamanlar metaforu üzerinden aşinalaştırabiliriz belki) söylemlerin onun mirasını doğrudan temellük etmesi ile yerleşiyor. Dolayısıyla bu yerden Bush ve Ahmedinecad’ın farklı Mehdici fraksiyonlar ile de olsa birbirlerine doğru konuşmaları şaşırtıcı değildi. Zira Gray’e göre “son iki yüz yıllık tarihin büyük bölümüne biçim veren  önemli devrimci ayaklanmalar inanç tarihine ait olaylardı. [...] Yeni binyılın başında kendimizi bulduğumuz  dünyaya ütopyacı projeler enkazı yığılmıştır. Bu projeler dinin gerçekliğini yadsıyan seküler bir çerçeve içinde olmakla birlikte aslında dinsel mitlerin aracıydılar. [....] İlerlemeyi yavaş ve aşamalı bir mücadele olarak gören liberal hümanistler de bunlara bağlı kalmıştır. Dünyanın sona ermek üzere olduğu inancıyla adım adım ilerlemeye duyulan inanç birbirine karşıtmış gibi görünebilir [...] ama temelde birbirinden çok farklı değildirler. [....] İki yüzyılı aşkın bir süre boyunca ilk Hristiyanların Tanrı’nın başlattığı bir Ahir Zaman’a duydukları inanç Ütopya’nın insan edimi yoluyla gerçekleşebileceği yolunda bir inanca dönüştü. İlk Hristiyanların Apokalips mitleri, bilimsel bir kılıkta, inanca dayalı yeni bir şiddet türünü doğurdu. Evrensel demokrasi projesi Irak’ın kana bulanmış sokaklarında son bulduğunda bu model tersine çevrildi” (11-13).
Kara Ayin bu satırların bütün bir kitap boyunca işlenmesi ve geliştirilmesinden oluşuyor. Birinci bölümde “ütopyanın ölümü” fikrini açıklayan Gray, İkinci Bölüm’de 20. yüzyıl boyunca Aydınlanmacı düşünceleri saran terör ve ütopyacı mitleri tartışıyor. Üçüncü Bölüm’de ütopyanın merkez sağ düşünceye neo-liberalizm ve yeni-muhafazakârlık yoluyla girişini sorgulayan Gray, Dördüncü Bölüm’de “kıyametin Amerikanlaşmasını”, silahlı misyonerler  aracılığıyla yayılan demokrasi ve insan hakları “müjde”lerini Irak üzerinden değerlendiriyor. Son bölüm olan “Apokalips Sonrası”nda ise Gray bu karamsar gidişata dair net bir düşünce değişikliği ile bir çıkış öneriyor: “Gerçekçilik”. Sekülerizm ve hümanist ütopyaların yerine konulacak bir “gerçeklikle baş etme çabası”. Çünkü Gray’e göre “Gerçekçilik, zorbalık ve özgürlük, savaş ve barış konularında gerçekten inanca dayanmadığını iddia edebilecek tek düşünme biçimidir ve ahlâhdışılık şöhretine karşın etik bakımdan  tek ciddi olanıdır. Şüpheyle bakılması kuşkusuz bu yüzdendir” (237).
Tam da burada, Gray’in penceresinden bizim için sorulması gereken soru belki de şu: Kürt barışı ile tesis etmeye çalıştığımız “modus vivendi”, Gezi gerçekliği  sonrasında saçılan kıyamet senaryolarına feda mı edilecek? Şimdilik, ütopyayı kendi siyasal varoluşunda tanıyan, “benzersizlik” iddiasındaki Erdoğan siyasetinin Gray’in karamsarlığını boşa çıkartmasını “ümit ederek” bekleyeceğiz; kim bilir belki iklim değişir, Akdeniz olur...