23 Mayıs 2008 Cuma

Terör Günlerinde Felsefe



11 Eylül ya da İngilizcedeki daha sembolik kısaltmasıyla 9/11, geçtiğimiz yedi yıl boyunca
herhangi bir zaman kesitinden fazlasını ifade edegeldi. İçinde bulunduğumuz politik gerçekliğin, 11 Eylül 2001 tarihinde, Birleşik Devletler sınırları içinde meydana gelen bir dizi saldırının sembolik alanın genişlemesiyle şekillendiğini söylemek, bu bağlamda 11 Eylül’ü, kendinden sonrasını belirsizleştirip, zehirleyen bir negatif milat olarak değerlendirmek şüphesiz ki bilineni tekrar olacaktır.
O günü ve o “büyük olay”ı New York’ta yaşamış olan Giovanna Borradori, son uçağın Pennsylvania’da düştüğü haberi gelene kadar “en kötüsünün henüz gerçekleşmediğine inanmıştım” diye yazıyor Terör Günlerinde Felsefe’nin önsözünde. Ve en kötüsünün gerçekleşmediğine inananlar, en kötüsünün gerçekleşmemesi için önce Afganistan sonra Irak’ta teröre karşı savaş ilan ediyor.
Kendisi de Vassar College’da felsefe doçenti olan Borradori, yaşadığı travmayı 11 Eylül’ü takip eden bir iki hafta içinde farklı planlarla New York’a gelecek olan iki büyük Avrupalı filozof, Jürgen Habermas ve Jacques Derrida ile 11 Eylül ve “küresel terörizm tehdidi” üzerine birer söyleşi yaparak aşmayı planlar: Herkesin bir 11 Eylül hikâyesi var “benimki, terör günlerinde bir felsefecinin hikâyesi” diyerek. Ortaya çıkan çalışma, “Habermas ve Derrida’nın benzer bir soru dizisini paralel bir biçimde yanıtlayarak yan yana görünmeyi kabul ettikleri ilk yer”. Bu biricikliği önemli kılan ise iki düşünürün felsefi sistemlerindeki bilinegelen temel karşıtlıklar. İletişimsel eylem kuramının kurucusu olan Habermas, ikinci kuşak Frankfurt okulunun en önemli temsilcisi ve aydınlanmacı modernitenin en aktif savunucularındandır. Yapısökümcülüğün kurucusu Derrida ise yapısalcılık sonrası bir düşünür olarak postmoderniteyi savunmuş ve Avrupa merkezci hegemonik yapıların, kültürel kurumların şiddetli bir eleştirisini yapmıştır.
Terör Günlerinde Felsefe: Jürgen Habermas ve Jacques Derrida ile Diyaloglar,bu söyleşilerden ve Borradori’nin bir giriş yazısı ile beraber, Habermas ve Derrida’nın düşünce sistemlerine aşina olmayan okur için yaptığı iki şerhten oluşuyor. Her ne kadar Marquez’in o güzel romanını hatırlatsa da, Piyush Mathur’un atimes.com’daki eleştirisinde de belirttiği gibi Terör Günlerinde Felsefe başlığında paradoksal bir sorun var. Zira başlığın ima ettiği gibi ne Habermas ve Derrida bütün felsefeyi, ne Usame Bin Ladin bütün teröristleri ne de 11 Eylül gelmiş geçmiş bütün terörist eylemleri temsil ediyor. Borradori bir yandan Amerikan yönetiminin yaşanan olaya verdiği tepkiyle yetinmeyip yetkin ağızlardan acil felsefî cevaplar ararken, bir yandan da dünya terörizmle sanki ilk kez karşılaşmış gibi, hegemonik Amerikan söylemi üzerinden yaşadığı zamanı “terör günleri” olarak ilan ediyor. Borradori “bu benim hikâyem, yaşadığım gerçeklik” dese de, bu satırları kitabın ortaya çıkışından beş yıl sonra okuyan, Irak işgalini ve milyona varan kayıplarını 11 Eylül negatif miladının doğrudan bir sonucu olduğunu gören güncel okuru ikna edemiyor. Dahası “yetişkinlik yaşantılarının en yıkıcı gününü yaşamış olmak” gibi bir ifadeyle (ne Habermas ne de Derrida söyleşilerinde böyle bir imada bulunuyor) hikâyesini söyleşi yaptığı düşünürlere de yansılıyor. Nitekim hem Habermas hem de Derrida, 11 Eylül sonrası oluşan Borradori’de hissettiğimiz bu zorlayıcı ruh haline değiniyorlar. Habermas “Amerikalı dostlarında en ufak bir ‘kuşku’ uyandırmama lüksüne sahip olan ben ve benim gibilerin bile eleştiri konusunda ölçülü ve dikkatli olmaları gerekiyordu.” derken, Derrida “Bu konu üzerine konuşmamak imkânsız değil yalnızca, özellikle toplum içinde bu tarihe neredeyse daima bir ölçüde kör bir gönderme yapmadan, bu yükümlülüğe teslim olmadan herhangi bir şey hakkında konuşmaya başlamanın aslında ‘yasak’ olduğunu, buna hakkınız olmadığını hissediyorsunuz ya da zorlanıyorsunuz.” diyor ve ekliyor: “Bu, 11 Eylül sırasında bulunduğum Çin’de, sonradan 22 Eylül’de gittiğim Frankfurt’ta da böyleydi”. Ve böylece herkesin bir 11 Eylül hikâyesi oluyor.
Habermas ve Derrida’nın söylediklerine daha yakından bakacak olursak Habermas’ın, biz / Batı söylemi içinde daha rahat hareket ettiğini ve bu bağlamda seçtiği sözcüklere ve yargılara daha az dikkat ettiğini görüyoruz. 11 Eylül’ün benzersizliği üzerine Borradori ve “biz” dediği Batı koalisyonu ile daha uzlaşımsal bir çerçeve çiziyor Habermas. Avrupa’nın üstüne düşen “uygarlaştırma rolü”nden bahsederek, Koalisyon’un Afganistan müdahalesini onaylıyor. Ancak “Taliban artık tarihe karıştı” gibi bir yargı bile, Habermas’ın söylediklerini durup tekrar düşünmemiz için yeterli.
Derrida ise “dil”le uğraşmanın kazandırdığı zengin üslupçuluğu ile “11 Eylül”ün, bu olayın sadece bir tarih olarak adlandırılmasını tartışarak konuya giriyor. Derrida’ya göre bu adın kısalığı (9/11) retorik bir gereksinmeden öte bir bilinemez ve kavranamazlığı işaret ediyor ve bunu üreten otoimmün (kendi bağışıklığına kasteden intihara meyilli yapı) sistemlerin tam da arzuladığı bu. Derrida 11 Eylül’ü var edenin, Soğuk Savaş süreci boyunca beslediği yeşil kuşak savaşçıların intihar saldırılarının hedefi olan otoimmün Amerikan hegemonyası olduğunu iddia ederek, teröre karşı ilan edilen savaştaki belirsizliğin altını çiziyor. Çünkü ilan edilen düşman sistemin içinde var oluyor. Bu bağlamda hem Derrida hem de Habermas tanımlanmış bir “terör” ve “terörist” kavramanın olmadığı konusunda paralel yargılarda bulunuyorlar. Yine her iki düşünür de kabul edilmiş ve sözü dinlenen uluslararası kuruluşların güçlendirilerek bir çıkış yolunun bulunabileceğini söylüyor ancak bunu söylerken yaralanmış ve her zamankinden daha tehlikeli bir hale gelmiş Amerikan hegemonyasının bu bağlamdaki en büyük engel olduğunun bilincinde olduklarını da belirtiyorlar. Birleşik bir Avrupa fikri ve Kant ise aydınlanmacı değerleri ile her iki düşünür için ortak bir çıkış noktası.
Ancak son tahlilde yine Mahtur’a dönecek olursak, tüm felsefî parlaklıklarına rağmen Habermas ve Derrida’nın, Said ve Chomsky gibi entelektüellerin 60’lardan itibaren standart terör ve terörizm nosyonlarına karşı yaptıkları analizler göz önünde bulundurulursa, yetersiz kaldıklarını ve pek de yeni bir şey söylemediklerini düşünebiliriz. Yine de son yedi yılı Habermas ve Derrida ile tekrar gözden geçirmek isteyenler için Terör Günlerinde Felsefe iyi çevrilmiş, önemli bir yapıt.