9 Ocak 2008 Çarşamba

Edebiyât-ı Hakikiyye Dersleri

Ali Kemâl. Haz. Bahriye Çeri. Ankara: Hece Yayınları. 2007.

(Varlık Kitap Eki 180 (Mayıs 2007): 26.)


Türk edebiyatının tarihi yeniden yazılıyor. Osmanlı edebiyatı alanında yeni nesil uluslararası akademisyenlerin çalışmalarıyla hızlanan bu süreç, modern Türk edebiyatının yazımında da kendisini hissettiriyor artık. Cumhuriyet modernliğini önceleyen 19 ve 20. yüzyıl Osmanlı edebiyatındaki farklı yönelimler, genç araştırmacı ve akademisyenlerin nitelikli çalışmalarıyla birlikte Türk edebiyatı tarihini yeniden olışturuyor. Ali Kemâl de bu farklı imzalar arasında ve şüphesiz ki önemli bir isim. İmparatorluğun son otuz yılının matbuatında, çeşitli yazı ve çevirileriyle adından sıkça söz ettirmiş onulmaz bir muhalif, millî mücadele aleyhinde yazdığı yazılar için yargılanmak üzere Ankara’ya götürülürken İzmit’te linç edilen maktül bir kalem. 1985 yılında Z. Kuneralp’in yayıma hazırladığı hatıratı–Ömrüm–ile yeniden hatırlanan Ali Kemâl’in yazıları (Peyam-ı Edebî’deki dil ve edebiyat yazıları), ilk kez 1997 yılında H. Pala’nın çalışmasıyla latin harflerine aktarıldı. Londra’da yazdığı ve oğlu Wilfred’in geleceği bağlamında bir Osmanlı ütopyası olarak kurguladığı otobiyografik romanı Fetret (1914-15) ise, 2003 yılında (Hece Yayınları) Kayahan Özgül tarafından yayımlandı. Ali Kemâl’in latin harflerine aktarılan son kitabı ise, Bahriye Çeri’nin çalışmasıyla geçtiğimiz Şubat ayında yine Hece’den çıktı: Sorbonne Dârülfünûnu’nda Edebiyât-ı Hakikiyye Dersleri (1896 / 1912).

Bahriye Çeri, çalışmasına yazdığı “Batı Edebiyatının İzindeki Ali Kemâl” başlıklı giriş yazısında, Ali Kemâl ve Edebiyât-ı Hakikiyye Dersleri hakkında önemli bilgiler verirken Ali Kemâl’in de eleştiri tarihimizdeki yerini işaret ederek çalışmayı daha iyi anlamamızı sağlıyor. Çeri EHD’nin 1912 / 1330 tarihli ikinci baskısını esas almakla birlikte, 1896 / 1314 tarihli ilk baskıyı da gözden geçirerek Ali Kemâl’in ikinci baskıda yaptığı değişiklikleri (onlar da sadece kelime ve üslûp bazında) dipnotlarla göstermiş. Bu bağlamda yazarın başlayan uluslaşma / sadeleşme eğilimlerinin aksine kelime seçimlerinde herhangi bir sadeleşmeye gitmemiş olduğunu, hatta bazı Türkçe zarf kullanımlarını Arapça sıfat ya da isimlerle değiştirdiğini gözlemlemek dikkat çekici.

Yine Çeri’nin yazdığı giriş yazıından öğrendiğimize göre EHD, Ali Kemâl’in 1895-96 yıllarında İkdam’da yazdığı yazılardan oluşmaktadır. Gazetenin Paris muhabiri sıfatıyla yazdığı bu yazılarda Ali Kemâl, Sorbonne Üniversitesi’nde Gustave Larroument’in (1852-1903) verdiği edebiyat eleştirisi derslerini takip etmekte ve derslerde tuttuğu notları, kimi zaman Osmanlı-Türk edebiyatı ile ilgili yaptığı karşılaştırma ve yorumlarla birlikte bu yazılarda kullanmaktadır. Çeri, Ali Kemâl’in bu tarzının Hüseyin Cahit [Yalçın] ile aralarında çıkan “intihâl” tartışmalarına nasıl kaynaklık ettiğini de ortaya koymaktadır. 1896-97 yıllarında hızlanan bu tartışmada Hüseyin Cahit, Ali Kemâl’in yazdığı yazılarda Fransız dergi ve gazetelerinden tercümeler yaparak bunları kendi yazılarıymış gibi sunduğunu iddia ve hatta ispat eder. Ali Kemâl’in savunması ise inkârdan çok–Şerif Mardin’den ilham alarak söyleyelim–faydacı bir “toplumsal hareketlendirici”nin söyleminine dayanır: “Evet makalelerimden çoğu Avrupa asârından, cerâidden tercümedir, nakildir. Hele bazıları dğrudan doğruya derslerden, mekteblerden iktibâsdır. Ahzdir. Fakat bu nakil ve tercüme, bu ahz ü iktibâs hiç olmazsa okunuyor, hiç olmazsa anlaşılıyor. Hasılı bir işe yarıyor, bir maksada hizmet ediyor...” (12). Hizmet edilen maksad Osmanlı-Türk modernleşmesidir ve Ali Kemâl’e göre edebiyatın modernleşmesi / Batılılaşması toplumun ve kurumların modernleşmesinde farklı bir önceliğe sahiptir. Çeri’nin giriş yazısında da aktardığı gibi “Ali Kemâl’e göre biz her hususça Batı’dan yararlanmak zorundayız fakat bu her husustan önce de edebiyat gelir. Çünkü edebiyat olmayınca sanayi, ticaret servet olmaz” (22).

Ali Kemâl’in sıklıkla vurguladığı bir diğer önemli husus ise edebiyat-bilim ilişkisidir. Yazarın bu düşüncesini edebiyatın modernleşme üzerindeki yapıcı etkisi bağlamında geliştirir. Edebiyatın “tıpkı tıp gibi bir fen” olarak toplumun “nezahat-i fikriyyesine, selâmet-i maneviyyesine” hizmet ettiğini söyler (37). Alî Kemal’in edebiyat-bilim ilişkisini edebiyat eleştirisi bağlamında da sıkça tekrarlar ve Osmanlı matbuatındaki eleştiri anlayışını eleştirir. Çeri’nin de belirttiği gibi Ali Kemâl, edebiyatta uzmanlaşmak–ki modernliğin bir getirisidir–isteyenlere daha yüksek bir tahsil verilmesi gerektiği görüşündedir. Ona göre EHD’nde de vurguladığı gibi yazara değil, metne odaklanan farklı bir eleştiri anlayışı geliştirilmeli, şahıslardan çok fikirler ve üslûp tartışılmalıdır.

Ali Kemâl’in uzmanlaşma bağlamında tartıştığı bir diğer nokta ise yazarlarımızın
“ihtisaslaşmaması”dır. Ona göre “[h]er kalem sahibi her telden çalmakta şâir, hikâye yazarı, bilim adamı, doktor gibi her türlü mesleğe bürünmektedir” (26). Ali Kemâl çağın bunu önemsediğini ve gerektirdiğini söylerken, “ihtisaslaşmayı” modernliğin bir parçası olarak kavradığını belli etmektedir.

Kitabın adının Sorbonne Dârülfünûnu’nda Edebiyât-ı Hakikiyye Dersleri olmasının sebebi, dersleri veren Gustave Larroument’nin ağırlıklı olarak gerçekçiliği ve buna bağlı olarak da Flaubert’i tartışmış olmasındandır. On iki dersten oluşan kitap, derslerle ilgili dörtte lâhika (ek yazı) içermektedir. Bahriye Çeri’nin hazırladığı dizin ve şahıslar sözlüğü de kitabın sonunda yer almakta ve çalışmanın önemi daha da artırmaktadır. Eleştiri tarihimizde olduğu kadar, modernleşme serüvenimizde de önemli bir yere sahip olan Edebiyât-ı Hakiyye Dersleri’nin latin harflerine aktarılması, Türk edebiyatı tarihinin yazımında da yeni bir kapı aralayacaktır. Ali Kemâl’in başta tarih alanındaki çalışmaları olmak üzere diğer kitaplarının da günümüz harflerine aktarımı bir an önce yapılmalı ve modernleşme serüvenimizin bu boş bırakılmış sayfaları yerlerine konmalıdır.

Hiç yorum yok: