3 Haziran 2014 Salı

Shakespeare'i Okumak


William Shakespeare (1564-1616). Bu ismin edebiyat tarihinin gelmiş geçmiş en büyük fenomenlerinden biri olduğunu rahatlıkla söylebiliriz. İçinden “büyük”, “en önemli”, “ilk” gibi sıfatlar geçen cümlelerin güvenilmezliği, mevzu Shakespeare olunca yerini büyük bir gönül rahatlığına, nadir rastlanılan bir mucizenin sakınımsız hayranlığına bırakır. Shakespeare’in biz modernler için bu kadar evrensel, önemli ve gözkamaştırıcı olması, sözünün egzotik şiirselliğinin yanı sıra erken modern dönemin en bereketli eşiğinden tüm zamanlara seslenebilmesi ile de ilgilidir. Aynı eşikte duran Cervantes (1547-1616) de Don Quijote (1605 ve 1615) ile benzer bir örnek sunar ancak bu zamansız ironi; Macbeht, İago ya da Hamlet’in biz modernler için gayet ezoterik olan tekinsizliğinden çok uzaktır. Bu yüzdendir ki Shakespeare’in 34 oyunu arasında özelike dört büyük tragedyasının (muhtemel tarih sırasına göre Hamlet (1601-02), Othello (1604), Kral Lear (1604-05), Macbeth (1605-06)) ayrı bir yeri vardır. Jale Parla’nın da dediği gibi Shakespeare, 400 yıl öncesinden modern okuru haber verir.  
Mîna Urgan ise yazımızda değerlendireceğimiz çok değerli kitabı Shakespeare ve Hamlet (1984)’in “sunuş” yazısında onun evrenselliğini, ömrünün sonunda kadar bağlı kaldığı hümanist düşünce bağlamında değerlendir. Mîna Urgan’a göre Shakespeare “insan gerçeğini, insan olmanın onurunu bize anlatarak, en çapraşık düşünceleri ve duyguları kavramamıza, yaşadığımız dünyanın, çevremizdeki kişilerin ve onlarla olan ilişkilerimizin gizlerini en olumlu biçimde çözmemize yardımcı olmuştur”. Yeni tarihselciğin önde gelen ismi Stephen  Greenblatt, 2004 tarihli çalışması Shakespeare Olmak’ta (Will in the World: How Shakespeare Became Shakespeare), bu evrensel fenomenin arkasında bıraktığı biyografik kayıtların sıkıcılığı ile sanatının çekiciliği arasındaki boşluğa dikkat çeker: “Evrensel çekiciliğe sahip edebî eserler ile dönemin sıkıcı bürokratik kayıtlarına izlerini bırakmış özel bir yaşam arasında açık bir bağlantı kurmayı sağlayacak o tip bir belge, bugünlere ulaşmadı. Söz konusu külliyat öylesine şaşırtıcı, öylesine parlak ki bir ölümlünün, hele mütevazi eğitim görmüş taşra kökenli bir ölümlünün değil de, bir tanrının işi sanki”. Bu büyük boşluğa rağmen Greenblatt çalışması boyunca Shakespeare’in külliyatını onun biyografisinin içinden geçirerek, bu şaşırtıcı dehanın tarihselleştirilebilmesi için mümkün olan bütün imkânları kullanır. Ancak Shakespeare’in şaşırtıcılığı tam da “açık ya da mantıksal bir sanatsal gelişim örüntüsünün yokluğu[nda ]”, Aristocu tür kuramına karşı gösterdiği sınırsız pervasızlıktadır. Roman denilen yeni yetme anlatı türü işte bu pervasızlığı sayesinde türleri kaynaştırarak (Auerbach gibi söylersek) “gündelik olanın ciddiyetle taklidi”ni yaparak biz modern okurların hikâye dünyasında sarsılmaz bir hegemonya kuracaktır.
İlk baskısı otuz yıl evvel yapılan Shakespeare ve Hamlet’te Mîna Urgan, Greenblatt’in çok önemli bir örneğini sunduğu tarihselci yaklaşıma karşı olabildiğince mesafeli durur.  Evet, giriş bölümleri olarak da değerlendirilebilecek ilk dört başlıkta Shakespeare’i öncelikle tarihsel bir mesele olarak ele alır Urgan. Genel hatları ile biyografisini ve biyografisi etrafındaki tartışmaları aktarır. Evet, onun soneleri ve biyografisi arasında yapılan paralel okumaları geniş bir şekilde aktarır, önemli ikincil kaynaklardan tartışmalı yorumları özetler. Evet, Elizabeth dönemi tiyatro ve sahne anlayışının, yine önemli ikincil kaynaklara dayanarak genel bir tasvirini sunar ve Shakespeare’in hissedarı olduğu Globe Tiyatrosu’nun içinde yer aldığı rekabetçi dünyanın oyun tercihlerine olan etkisini anlatır. Ve evet, Shakespeare’in hemen hiçbiri özgün olmayan oyunlarının kaynaklarını ve ilk baskıların güvenirliğine dair bilgileri serimleyerek, Shakespeare etrafında her daim şekillenen gizemin nedenlerini gösterir. Ancak, kitabın kabaca ilk seksen sayfasını kaplayan bu bölümlerde Urgan, hakkında yeterince bilgi sahibi olmadığımız bu yazar figürünün ortadaki harikulâde metinlerin önüne geçecek şekilde değerlendirilmesine açıkça karşı çıkar. Onun için Shakespeare külliyatı, hümanist kültür mirasının en değerli parçasıdır ve Shakespeare ve Hamlet boyunca sadık bir okuru olduğu bu metinleri daha yakından tanıyabilmemiz için bizlere yol gösterir.
Mîna Urgan, sunuş yazısında da belirttiği gibi kitabın yaklaşık üçte birlik malzemesini daha önce İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları’ndan çıkan Shakespeare I ve Shakepeare II başlıklı kitaplarından alır. Yukarıda da bahsettiğim giriş nitelikli dört bölümden sonra tek tek oyunların yakın okumalarına geçer. Urgan, oyunları tasnif ederken 1623 tarihli “Birinci Folio”yu takip eden genel sınıflandırmaya uyar ve ilk olarak Shakespeare’in komedyalarını ele alır. “İlk Dönem” ve “Olgunluk Dönemi” başlıkları altında ayırdığı komedyaların gösterdiği çeşitliği vurgulayan Urgan, Shakespeare’in ilk oyunlarının söz cambazlığına dayalı kaba fars karakterinin ağır basmasına karşın, Venedik Taciri, On İkinci Gece gibi olgunluk dönemi oyunlarında sözcelemedeki yorucu yan anlam yoğunluğunu büyük oranda terk edip, bir çeşit tür sentezine ulaştığını belirtir. Takip eden sınıflama “Shakespeare’in İngiliz Tarihi ile İlgili Oyunları”dır. Bu bağlamda yer alan yedi oyun Mîna Urgan’a göre Shakespeare’in yurtsever dünya görüşünü ortaya koyduğu ziyadesiyle politik anlatılardır. Merkezinde Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olan “kral”ın yer aldığı keskin bir ortaçağ hiyerarşisi bu oyunların başat gerilimini sağlar çünkü Shakespeare bütün bu oyunlarda isyan ve itaatsizliğin doğurduğu kargaşa ve savaşları ele alır. Nispeten istikrarlı bir dönem olan Elizabeth’in saltanat yıllarında bu oyunlar hem kaosa karşı statükoyu savunur, hem de istikrarın hükümdardan çok ülkenin salahiyeti için elzem olduğu bilgisini taşır.
Mîna Urgan bir sonraki başlıkta “Shakespeare’in Tragedyaları”nı değerlendirir. Titus Andronicus, Romeo ve Juliet, Othello, Kral Lear ve Macbeth’in yakın okumalarının yapıldığı bu bölümde Hamlet, kitabın sonunda geniş bir şekilde ayrıca değerlendirildiği için yer almaz. Urgan, “Eski Yunanistan ve Roma Tarihi ile İlgili Oyunlar”ını takiben, “Shakespeare’in Son Oyunları”nı da serilmeyip “Hamlet” bölümüne geçer. Yaklaşık 150 sayfalık bu bölümde Urgan kitap boyunca izlediği yöntemsel örüntüyü takip ederek gerçekten doyurucu bir Hamlet okuması ortaya koyduktan sonra yapıtını sonlandırır.

Shakespeare ve Hamlet, bu olağanüstü külliyatı daha yakından tanımak isteyenler için önemli bir fırsat. İlgilenenlere duyurulur…

Hiç yorum yok: