Trajedinin gündelik hayatı
kuşattığı zamanlarda yaşıyoruz. Tanrıların, kaderin, önüne geçilemeyecek her
türlü felaketin ötesinde yaşadığımız şu ahir zamanlar, her şeyiyle büyük bir
trajedi olarak da okunabilir. Ancak haberlerin “deprem”, “felaket”, “facia”,
“patlama”, “savaş” metaforlarından geçilmediği günümüzde trajedi, yaşadığımız
bu eğlencelik hiper-gerçeklikle yüzleşmemizi sağlayacak “istisnai” gücünden de
mahrum. Yeni dalga Türk sinemasındaki nitelikli bazı örnekleri saymazsak, ne
edebiyatta ne de “dizi” hegemonyasındaki televizyon ekranlarında trajik kipte
yazılmış eli yüzü düzgün bir işe pek rastlayamıyoruz. Mutluluk endeksinin ne
olursa olsun yüksek seyrettiği, her şeyin her an parodileştiği, geçirgen
cemaatlerden müteşekkil, olabildiğince melodramatik bu sosyolojik yapıdan
trajedinin hata, yüzleşme, suskunluk, suçluluk, sorumluluk gibi ağır
meselelerini yüklenecek anlatılar üretmesini beklemek elbette güç. Ancak bu
güçlüğün aşıldığı noktada, memleketi hasta eden birçok meselenin sağaltılmasını
sağlayacak kadim bir araca kavuşmak da işten değil.
Cambridge Trinity College’dan
Adrian Poole önemli bir tragedya uzmanı. Oxford University Press için yazdığı
ve 2005 yılında yayımlanan bu çok değerli “Giriş” çalışması, trajediyi tam da
bu araçsal yönü ile ele alıyor. Poole, George Steiner’ın çalışmaları ile son
halini bulan standart tarihsel tür (tragedya) kuramlarının sınırlarına çok
fazla takılmadan, trajediyi insan edimselliğinin kendi ürettiği çatışma ve
krizlere karşı geliştirdiği etkileyici bir baş etme biçimi olarak
değerlendiriyor. Ancak Poole’un bu bakış açısı, trajedi bilgisinin çok büyük
oranda antik Yunan ve 16-17. yüzyıl Avrupa’sında en mükemmel ifadesini bulmuş
bir dizi görkemli anlatıdan kaynaklandığı gerçeğini de atlamıyor. Belki de bu
yüzden kitaba yazdığı girişte Poole, “Nasıl oldu da trajedi Yunanlılar’dan
Shakespeare ve Racine’e, tiyatrodan diğer sanat biçimlerine, kurgudan gerçek
olaylara geçiş yaptı” diye soruyor. Zira dokuz bölümden oluşan Trajedi’de yazarca işaret edilen tüm
sorunsallar, hem bu çerçevede belirleniyor, yani Poole sorunsallarını kurgudan
hayata yönlendiriyor, hem de ihtiyaç duyulan örnekler öncelikle bu görkemli
tragedya kanonu içinden seçiliyor.
Peki “Trajedi kime gereklidir”? Yazıya bu
memleketin trajedi düşüncesine olan ihtiyacına dair küçük bir spekülasyonla
başlamıştım. Sorunun tarihsel bağlamda ise farklı neden ve cevapları var.
Kitabın birinci bölümünde Poole, Eflatun ve Aristo arasındaki tragedya
tartışması ile, modern dünyanın trajedi tartışmalarını nasıl anlayabileceğimizi
soruyor. Aristo’nun Eflâtun’a karşı hasıraltı etmeye çalıştığı yıkıcı
“katharsis”, Freud sonrası modern bireylerin hem kendilerini hem içinde
yaşadıkları toplumu, kendilik projeksiyonlarından değerlendirmelerini, tam
olarak neyin bastırıldığını bilmelerini sağlayabilir mi? Ya da modernite ile
birlikte başka türlü bir sorun haline gelen tarihin yorumlanmasında, trajedi
nasıl bir yöntem önerebilir?
Örneğin, ölülerin üzerimizdeki
hakkından bahseden, zihni zaman artığı mekânlar, nesneler ve yaşayan ölüler ile
meşgul olan Tanpınar’ın edebiyatında, aranırsa trajik bir tarih yorumu için
gerekli modernist malzemeler pekâlâ mevcuttur. Zira trajediler hayaletler ve
onların musallat olduğu kahramanlarla doludur. Poole’a göre de trajedi geçmişi
kendi haline bırakma gereksinimimiz ve bunu yapamıyor olmamızın tehlikeleri ile
ilgili bir sanattır ve bu nedenden ötürü trajediler “hayaletler ve intikamla,
yas tutma ve anılarla, kahramanlar tarafından sağlanan karışık modellerle”
ilgilidir. Ortaya çıkan kimi aslında çok basit ama olabildiğince etkili, kimi
ise oldukça karmaşık, sofistike bu modeller ta Aristo’nun kuramından beri
trajik eylemin olayörgüleştirilmesine dayanır. Suç ya da Aristo’nun tabiri ile
“hamartia”, trajik kahramanın eyleminin her daim odağındadır. Raskolnikof ya da
Behçet Bey; Ödip ya da Hamlet’in hataları asıl suçlunun kim olduğu, dahası
suçun ne olduğuna dair bir dizi sorunu ortaya saçar. Ama asıl trajik olan,
günah keçilerinin ibretlik serencamından ziyade, nice büyük günaha dair o sağır
edici sessizlik ya da ortalığı inleten inkârcı çığırtkanlık karşısındaki
çaresizlikte olmalı… Belki de.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder