8 Ocak 2014 Çarşamba

Kekemeler, Dilsizler, Zalimler, Mazlumlar, Katiller ve Ölüler Adına Konuşmak


Trajedinin gündelik hayatı kuşattığı zamanlarda yaşıyoruz. Tanrıların, kaderin, önüne geçilemeyecek her türlü felaketin ötesinde yaşadığımız şu ahir zamanlar, her şeyiyle büyük bir trajedi olarak da okunabilir. Ancak haberlerin “deprem”, “felaket”, “facia”, “patlama”, “savaş” metaforlarından geçilmediği günümüzde trajedi, yaşadığımız bu eğlencelik hiper-gerçeklikle yüzleşmemizi sağlayacak “istisnai” gücünden de mahrum. Yeni dalga Türk sinemasındaki nitelikli bazı örnekleri saymazsak, ne edebiyatta ne de “dizi” hegemonyasındaki televizyon ekranlarında trajik kipte yazılmış eli yüzü düzgün bir işe pek rastlayamıyoruz. Mutluluk endeksinin ne olursa olsun yüksek seyrettiği, her şeyin her an parodileştiği, geçirgen cemaatlerden müteşekkil, olabildiğince melodramatik bu sosyolojik yapıdan trajedinin hata, yüzleşme, suskunluk, suçluluk, sorumluluk gibi ağır meselelerini yüklenecek anlatılar üretmesini beklemek elbette güç. Ancak bu güçlüğün aşıldığı noktada, memleketi hasta eden birçok meselenin sağaltılmasını sağlayacak kadim bir araca kavuşmak da işten değil.
Cambridge Trinity College’dan Adrian Poole önemli bir tragedya uzmanı. Oxford University Press için yazdığı ve 2005 yılında yayımlanan bu çok değerli “Giriş” çalışması, trajediyi tam da bu araçsal yönü ile ele alıyor. Poole, George Steiner’ın çalışmaları ile son halini bulan standart tarihsel tür (tragedya) kuramlarının sınırlarına çok fazla takılmadan, trajediyi insan edimselliğinin kendi ürettiği çatışma ve krizlere karşı geliştirdiği etkileyici bir baş etme biçimi olarak değerlendiriyor. Ancak Poole’un bu bakış açısı, trajedi bilgisinin çok büyük oranda antik Yunan ve 16-17. yüzyıl Avrupa’sında en mükemmel ifadesini bulmuş bir dizi görkemli anlatıdan kaynaklandığı gerçeğini de atlamıyor. Belki de bu yüzden kitaba yazdığı girişte Poole, “Nasıl oldu da trajedi Yunanlılar’dan Shakespeare ve Racine’e, tiyatrodan diğer sanat biçimlerine, kurgudan gerçek olaylara geçiş yaptı” diye soruyor. Zira dokuz bölümden oluşan Trajedi’de yazarca işaret edilen tüm sorunsallar, hem bu çerçevede belirleniyor, yani Poole sorunsallarını kurgudan hayata yönlendiriyor, hem de ihtiyaç duyulan örnekler öncelikle bu görkemli tragedya kanonu içinden seçiliyor.  
    Peki “Trajedi kime gereklidir”? Yazıya bu memleketin trajedi düşüncesine olan ihtiyacına dair küçük bir spekülasyonla başlamıştım. Sorunun tarihsel bağlamda ise farklı neden ve cevapları var. Kitabın birinci bölümünde Poole, Eflatun ve Aristo arasındaki tragedya tartışması ile, modern dünyanın trajedi tartışmalarını nasıl anlayabileceğimizi soruyor. Aristo’nun Eflâtun’a karşı hasıraltı etmeye çalıştığı yıkıcı “katharsis”, Freud sonrası modern bireylerin hem kendilerini hem içinde yaşadıkları toplumu, kendilik projeksiyonlarından değerlendirmelerini, tam olarak neyin bastırıldığını bilmelerini sağlayabilir mi? Ya da modernite ile birlikte başka türlü bir sorun haline gelen tarihin yorumlanmasında, trajedi nasıl bir yöntem önerebilir?

Örneğin, ölülerin üzerimizdeki hakkından bahseden, zihni zaman artığı mekânlar, nesneler ve yaşayan ölüler ile meşgul olan Tanpınar’ın edebiyatında, aranırsa trajik bir tarih yorumu için gerekli modernist malzemeler pekâlâ mevcuttur. Zira trajediler hayaletler ve onların musallat olduğu kahramanlarla doludur. Poole’a göre de trajedi geçmişi kendi haline bırakma gereksinimimiz ve bunu yapamıyor olmamızın tehlikeleri ile ilgili bir sanattır ve bu nedenden ötürü trajediler “hayaletler ve intikamla, yas tutma ve anılarla, kahramanlar tarafından sağlanan karışık modellerle” ilgilidir. Ortaya çıkan kimi aslında çok basit ama olabildiğince etkili, kimi ise oldukça karmaşık, sofistike bu modeller ta Aristo’nun kuramından beri trajik eylemin olayörgüleştirilmesine dayanır. Suç ya da Aristo’nun tabiri ile “hamartia”, trajik kahramanın eyleminin her daim odağındadır. Raskolnikof ya da Behçet Bey; Ödip ya da Hamlet’in hataları asıl suçlunun kim olduğu, dahası suçun ne olduğuna dair bir dizi sorunu ortaya saçar. Ama asıl trajik olan, günah keçilerinin ibretlik serencamından ziyade, nice büyük günaha dair o sağır edici sessizlik ya da ortalığı inleten inkârcı çığırtkanlık karşısındaki çaresizlikte olmalı… Belki de.         

Hiç yorum yok: